Özgürlük Yazıları-1 : Mücadele İçinde Özgürlüğü Tartışmak
Tarih boyunca filozofların, ders kitaplarının, konferans salonlarının en çok gündemine aldığı konular sıralansaydı, herhalde özgürlük bu sıranın üstlerinde yerini alırdı. Hakikaten de özgürlük o derece toplum içine sinmiş bir meseledir ki, onu yalnızca aydın-entelektüel çevrelerin tartışmalarında değil, başta gençlik olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin dile getirdiği ortak taleplerde de görmek mümkündür. Bu yazının iskeletini iki ana özgürlük anlayışı oluşturacaktır. Bir tarafta kapitalist sistemin bizlere anlattığı özgürlük anlayışı dururken öteki tarafta ezilenlerin anladığı ve hayatın gerçekliğiyle bütünleşmiş özgürlük kavramı durmaktadır. Bu iki anlayıştan yola çıkarak özgürlüğün bizim için, emekçiler ve ezilenler için ne olduğu -nereye, hangi zemine oturduğu tartışılacak, mücadelenin özgürlük kavramı kapsamındaki yerine vurgu yapıldıktan sonra öğrenci gençliğin özgürlük algıları ve öğrenci gençlikte özgürlük mücadelesi anlatılacaktır.
Sistemin Zihnimizde Yarattıkları: Özgürlük Ne Değildir?
Günümüz dünyasının egemen sistemi küresel kapitalizm, merkezine metaı alan ve metaı yücelten bir üretim tarzıdır. Öyle ki, bu sistemin içerisinde her şey değerini bir meta olarak ifade ediyor ve tüm arzular meta fetişizmi adına anlamını kaybediyor. Sistemin bu denli metaı merkezileştirmesinin sebebi sermaye odaklı ve sermayenin bir alanını koruyucu, genişletici olmasından ileri geliyor. Sermaye odaklı sistemin her şeyi birer meta olarak ifade etmesi, bireyin kendisinin ve kendi çevresini sarmalayan her şeyin birer tüketim nesnesi olması anlamına gelmektedir. Bireylerin, insan toplulukların ve toplumların yani bir bütün olarak insan ilişkilerinden fikir ve duygulara kadar her şeyin tüketim nesnesi olduğu, bu tüketim nesnelerinin oluşturduğu ağ tarafından sarmalanmış sistem, bu nesnel durumunu fikirsel boyutta savunuculuğunu yapan burjuva ideologları ile göstermektedir. İnsanın hayatının tüm evrelerinde deneyimlediği pek çok arzusu, istemi, eylemi, yetisi ve becerisi vardır. Bunları ve insanı birer tüketim nesnesi olarak değerlendiren sistem aynı zamanda insanı, bir tüketim öznesi olarak tanımlar. İnsanın tüketim öznesi olarak tanımlanmasının sebebi düzenin tüketim ağını her zaman genişletme ve tüketim alışkanlıklarını doyumsuz ve saplantılı birer arzuya dönüştürme eğilimidir. Düzen tüketim ağını her zaman genişletme ve tüketim alışkanlıklarını doyumsuz ve saplantılı birer arzuya dönüştürme “suç”larını en açık şekliyle liberal düşünürlerin özgürlük meselesindeki anlatılarıyla göstermektedir. Pek çok liberal düşünür özgürlüğü negatif özgürlük olarak anlatmıştır. İnsanın iradesini özgürce kullanabilmesi ve kişinin eylem ve edimlerine müdahale eden aygıtların asgari düzeye indirgenmesi yani bireyin davranışlarının dış müdahale ve engellerden bağımsız olması bu anlatının temelidir. Özgürlüğü belli istemlerin doğması ve gerekliliklerin yerine getirilmesiyle değil, sınırlarının çizilmesiyle kavramaktadır; bu yüzden negatif özgürlük anlatısıdır. Ancak bu anlatının temelinde dahi pek çok çelişki gözümüze çarpmaktadır. İlk olarak özgürlüğe yukarıda bahsi geçen liberal düşünürlerin yaptığı gibi bireyler üzerinden bakalım. Dış müdahale, engel ve zorlamalardan bağımsız olarak bireyi, “özgür” olarak tanımlayalım. Kapitalist toplum içinde yer alan bu birey “özgür” olma tercihini ancak metalardan yana kullanabilir. Unutmayalım ki bu sistemde her şey metalara dönüşmekte. Bu birey meta edinmeyi ve tüketmeyi fetiş haline getirirse “özgür” bireyimiz hakikaten “özgür” olduğunu düşünecek ve dış müdahale ile kendinde inşa edilmiş doyumsuz ve saplantılı bir arzunun izini sürdüğünü fark etmeyecektir.
Kendi savundukları düzen içerisine özgür diye niteledikleri bireyi yerleştirdiğimiz zaman kuram doğrudan çürümekte ve tam anlamıyla düşüncesinden, duygusundan edim ve eylemine dek esir düşmüş birey karşımıza çıkmaktadır. Her zaman koşullardan ve nesnel gerçeklerden kopuk olarak yorumlar geliştirmeyi yöntem olarak benimsemiş liberallerin, özgürlük konusunda da toplumsal yapıyı önemsiz saymasının ve adını dahi geçirmemesinin sebebi tam olarak budur, nesnel gerçekliğin kuramlarını çürütmesidir.
Ezilenlerin Düşündüğü Dünya: Özgürlük Nedir?
O halde özgürlük ezilenler için nedir? Şüphesiz ki bu sorunun cevabı insanın sınırlarının belirlenmesi ile verilemez, özgürlük sınırların ve engellerin kalkmasından ibaret görülemez. Maddi hayatın ürünü olan insan ancak varlığı maddi hayatla ve somutla açıklandığı zaman anlam kazanabilir. Özgürlük için de böyledir; ancak nesnel ve somut verilerle açıklandığı zaman toplumsal yaşamımızda bir zemine oturabilir. Maddi hayatın ürünü dediğimiz insan doğal olarak belli koşullar içerisinde var olmakta, varlığını sürdürmektedir. Varlığını sürdürdüğü bu koşulların belli zorunlulukları vardır ve insan bu zorunluluklar altında yaşar. Bu koşulların zorunlu olması insan için daima kısıtlayıcı, baskı uygulayıcı oldukları anlamına gelmez; aksine insanın varoluşu bu koşullara, zorunluluklara bağlıdır. Doğalında belli arzulara, istemlere, yeti ve becerilere sahip insan, bunları belli eylem ve edimlerde kullanmak ister. Ancak bu eylem ve edimlerin hareket alanı zorunluluklar tarafından çizilmiştir. Eylem ve edimleri bu zorunluluğun sınırlarına dayandığı zaman insan bu zorunlulukları aşma eğilimindedir. Zorunlulukların aşılması için öncesinde zorunlulukların bilinmesi gerekir. Zorunlulukların, somut olanın, nesnel yasaların bilgisine sahip olan insan bu zorunlulukları aşabilir ve bu noktada özgürleşebilir. Fiziğin nesnel yasalarının bilgisine sahip olunmasıyla uçak icat edilmiş ve uzak mesafeleri kat edememe zorunluluğunu aşılmıştır. Tıp bilgisine sahip olan bilim insanları Orta Çağ’da kitlesel yok oluşa sebebiyet veren veba hastalığına karşı tedaviler geliştirerek hastalığı aşmışlardır. Sınıflı toplumun nesnel yasalarının bilgisine sahip olan halklar, onu nasıl değiştireceklerini ve nasıl mücadele edeceklerini öğrenirler ve sınıflı toplum zorunluluğunu aşarlar. Özgürlük, zorunlulukların bilinmesidir. Fakat özgürlük salt zorunlulukların bilinmesi ve aşılması olarak da değerlendirilmemeli. İnsanın özgür olduğu an, toplumla komünal ilişkiler içerisinde özneleşmesini belirleyecek olduğu ve kendini gerçekleştirebildiği andır. Zorunlulukların bilinmesine gerek duymamızın sebebi, bu ana ulaşmaktır.
Hiçbirimiz Özgür Değiliz, Mücadele Etmeliyiz:
Kapitalist sistem içerisinde metalaşan insan özgür değildir. Doğaya, topluma, kendi emeğine yabancılaşmaya mahkûmdur. Ancak bu durum emekçi halkları umutsuzluğa ve karamsarlığa sürüklememelidir. Özgür olmadığımız kesindir ve bu kesinlik bağlamında kendimize bir rehber, bir eylem kılavuzu oluşturabiliriz. Özgür olmamak yaşamı anlamsızlaştırmaz, aksine yaşama yeni bir boyut kazandırır. Başkaldırma boyutu, direnme boyutu, mücadele etme boyutu. Özgür değiliz çıkarımını yapabiliyorsak özgür olmak için somut koşulların somut tahlili çerçevesinde kendimize bir mücadele hattı çizebiliriz. Özgür olmadığımız düzene karşı çıkmak, düzenin karşısında durmak bizi özgürleştirir çünkü aynı zamanda bize öngörülen varlığın dışında da kendimizi var edebildiğimizi göstermiş oluruz ve günün sonunda emekçi halklar bu zorunluluğu da aşarlar. Özgür değiliz, özgürlük mücadele ile gelecektir.
Devamı gelecek…