Öğrenci Faaliyeti yazıları |Dünyayı Değiştirecek Felsefe: Marksizm
“Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa asıl olan onu değiştirmektir”
Marx, “Feuerbach Üzerine Tezler” kitabında kullandığı bu cümle ile kendisine kadar süre gelen felsefeye güçlü bir darbe indirerek düşünceyi hareketle tekrardan yontmuştur. Zira kendisine kadar filozoflar bilgiyi yalnızca olan dünyayı anlatma ve ona değerler atfetme ile yetinirken Marx’ın felsefesinde ise yorumlanan dünya daima değişmesi gerekir. Onu değiştirecek asıl öğe ise bilgiyi üreten ve dünyayı yorumlayan özne, insandır. Böylelikle praksis kavramı Marx ile yeni bir biçimde karşımıza çıkmıştır.
Praksise Marksist bir pencereden bakmak:
Praksis kavramı Marx ile düşünce dünyasına eklemlenmez. Örneğin, Aristoteles’te de praksis kavramını görürüz. Ancak Aristoteles insana değişmez ve zorunlu bir öz biçerek praksis kavramını karşımıza çıkarmıştır. Aristoteles’e göre insan politik ve rasyonel bir hayvandır. Siyaseti ise Aristo kurucu bir etkinlik olarak almıştır. Dolayısıyla insan, özünde kurucu bir canlıdır. Bu fikir insanın hareketine dair bir şeyler kuşkusuz söylemektedir ancak bu fikir insanı “yorumlamaktan” öteye gitmez ve insanda yeniden bir değişmezlik üretir. İnsan politik ve rasyonel olmaktan sapamayacak ya da onu aşamayacak bir konumda kalır bu fikirde. Marx ise praksisi yorumlarken insanda değişmez bir öz aramaz, tarihselden bugüne olan mevcut durumunu karşımıza çıkarır. Zira Marksist felsefede insanın özünden bahsedemeyiz. İnsanın özü, içinde bulunduğu ilişkilerden, kendisinin ilişkilere karşı verdiği pratik hareketlerden başka bir şey değildir. İnsanın özü, tekrardan insanın kendisidir, hareketidir. Hal böyleyken, Marx insandaki praksisi bir kavramdan gelen pratikten öte onun üretici ve değiştirici gücüne işaret ettiğini savunur. Bir örümcek ağını iç güdüleriyle örerken, bir mimar içinde bulunduğu tüm toplumsal ilişkilerden etkilenecek ve mevcut dünyadaki hareketleri ve ilişkileri belirleyen otoriteye karşı aldığı tavırla bir tasarım, üretim faaliyetinde bulunacaktır. Öyleyse, insan dünyaya karşı takındığı tavır ile bir emek ortaya koyar ve pratik ile dünyayı etkiler.
Praksis bir iradenin mümkünatıdır:
Öyleyse insan, dünyadan aldığı bilgiler ışığında yalnızca ona bir yorum yapmaz, ona karşı bir tavır alır. Aldığı bu tavır onun dünyaya karşı yaptığı hareketleri belirler ve bu durum dünyayı etkiler. Ancak, Marksist felsefe insanlar toplamını bireyler yığınından ibaret gören ve her insanın doğuştan bir iradesi olduğunu savunan bir felsefe de değildir. Marksist felsefede bir insanın etkilediği dünyayı değiştirmesi ancak bir irade ile var olabilir. Bir iradenin var olabilmesi için ise dünyaya karşı takınılan tavrın örgütlenmesi gerekmektedir. Örgütlü tavır, örgütlü hareketi; örgütlü hareket ise bir dünyanın yıkılıp yeni bir dünyanın üretilmesini oluşturacaktır. Öyleyse irade, insanların yığınlaşması ile değil, örgütlülük haline geçmesiyle kendisini gösterecektir. Ortaya çıkan bu irade tarihi belirler. Tarih, Lenin’in örgütlediği iradenin Çarlık rejimini devirerek Sovyetler’i kurması, Küba’daki gerillaların iradesi ile Batista rejimini devirip Küba’ya sosyalizmi getirmesi ya da Reform Hareketi’ne karşı daha eşitlikçi bir toplum için baş kaldıran Müntzer ve köylülerin iradesiyle bir isyanın başlaması ve yenilmesi, 68 rüzgarı ile kapitalizme ve onu büyüten ideolojilere başkaldırarak ölümü göze alanlar ile yazılır ve belirlenir. Tarih, zaferler ile yenilgilerin bazen ortaklığı bazen de çatışması ile şekil bulur, hepsini oluşturan insan ve iradesidir. Dolayısıyla, insanı araç olarak kullanan bir tarihten söz edemeyiz. Kendi hedefleri peşinden koşan insanların etkinliği tarihi oluşturacaktır. Aynı zamanda, yenilgilerin tarihini tekrardan örgütleyen insan, oluşturduğu tarihin itelediği olayların ortasına geri dönme iradesini daima ortaya koyar. Mesiyenik bir tavırla tarihin arkasına geri dönen bu irade devrimci sınıfın iradesidir.
Dünyayı değiştiren felsefeye eleştiriler:
Ne var ki, çeşitli liberal düşüncede insanlar dünyanın değiştirilmesine karşı bir tavır alırlar. Bu düşüncenin temel savunusu, dünyanın değiştirilemeye çalışılması ile birlikte dünyanın doğal haline büyük zararlar verileceğidir. Bu teori, kendisiyle çelişir. Zira, kapitalizmin doğuşundan bugüne artarak devam eden ve bir felaketle sonuçlanması muhtemel olan doğa yıkımı Marksist praksisin değil, kapitalist müdahaleciliğin sonucudur. Marx, Kapital’in 1. Cildinde kapitalizmin doğaya müdahil olmasını şu sözlerle açıklamaktadır: “Kapitalist tarımdaki her gelişme, hem işçiyi sömürme hem de toprağı soyma becerisinde de bir gelişmedir; onun verimini bir süre için artırma becerisindeki her gelişme, aynı zamanda bu verimliliği sağlayan sürdürülebilir kaynakların yıkımına yöneliktir (…) Öyleyse kapitalist üretim, sosyal üretim sürecinin tekniğini ve düzenini geliştirirken, zenginliklerin fışkırdığı iki kaynağı da tüketiyor: toprak ve işçi.” Marksizm, doğaya ya da insana müdahalecilik yaratma üzerinden dünyayı değiştirmeye çalışmaz. Aksine Marksizm, insana ve doğaya müdahil olan ve onları yıkıma uğratan düzenin değişimi için bir silah ve yıkılan müdahaleci dünyaya karşı yeni bir dünyayı üretmek için bir güçtür, faaliyettir.
Praksise rağmen yabancılaşma ve yabancılaşmadan kurtuluş:
İnsanda bulunan praksise rağmen insanın emeğine yabancılaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Bunun sebebi ise emeğin kategorilendirilerek kontrol altına alınması ve nihayetinde sömürülmesidir. Dünyada bir üretim faaliyetinde bulunan emek, kapitalist rejimin kontrolü altında kategorilere ayrılır ve emekler arasında bir hiyerarşi oluşturulur. Her emeğin değeri emek eden öznede bulunup onun tarafından belirlenecekken kapitalizmde emekler toplanır ve piyasaya göre değer biçilir, tek boyutta incelenir; tüketim. Böylelikle emeğin değeri genel bir piyasanın içinde piyasaya bağlı standartlarda oluşur ama kapitalizm bununla sınırlı kalmaz. Aynı zamanda emeği “değerlendirirken” emek ortaya koyan öznenin üretimini özneye vermez, ürettiğini özneye pazarlar. Dolayısıyla özne kendi emeğine yabancılaşacak bir hale gelir. Özne bu durumu bilinçsiz olduğu için kabul etmez, hiyerarşinin altında ezildikçe emeğinin değerini kendisi biçmekten yoksun kalır ve böylece emeğine karşı olan bilinci azalarak ona yabancılaşır. Oysa emeğin değeri, emeği ortaya koyan ile emeğin dünyaya çıkardığı toplumsal üretimde gizlidir. Emeğin niteliklerinin bütünü topyekün bir dünya üretim sürecidir. Emeğin yabancılaşmasını değiştirecek irade ise tekrardan insanın yabancılaştığı dünyaya karşı onu değiştirme tavrı ve bu tavrın örgütlenmesine bağlıdır. Yani nihai kurtuluş tekrardan insan ve iradesinde saklıdır.
Dünyayı değiştirmek için mücadele devam ediyor:
Kapitalizm, Marksist t praksisin devrimci tavrını dünyada görünmez kılmak için her yolu denedi ve denemeye devam ediyor. Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra kapitalistler bu olayı Marksizm’in nihai yıkılışı ve kapitalizmin zaferi olarak yorumladılar. Ancak, “hayaletleştirdikleri” Marx, bu “hayaletleşme” durumunu çok önceden tespit etmişti: “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor. Komünizm hayaleti.” Egemenlerin her türlü hayaletleştirme çabalarına karşı Marx’ın “hayaleti” görünmezliği ile Berlin Duvarı’nın yıkılışının ardından da Genova’da, Wall Street’te, IMF protestolarında, Gezi Parkı’nda, Fransa’da, Kobane’de, Kazakistan’da ve İran’da kapitalizme karşı toplumlar arasında gezmeye devam etti. Şimdi mühim olan Marx’ın ölümünden 140 yıl sonra, onun hayaletini görünür kılma iradesini örgütleyebilmek için faaliyete geçmekte!