Öğrenci Faaliyeti yazıları | Kolektif Yas: Kamu Vicdanının Geleceği Kuşatacağı Bir Haykırıştır
Kolektif yas, toplumların hatırlatıcısıdır. Toplumlar kolektif yas ile tarihteki felaketlerin tarihte silinip gitmesini engelleyerek bu acıyla hesaplaşmak için yası örgütler ve ritüele dönüştürür. Bu ritüeller genellikle politik bir anlam içerir çünkü söz konusu olan felaketlerin altında iktidarların ya düşmanlık ve ötekileştirme politikaları yer alır ya da kendi çıkarları uğruna toplumu savunmasız halde bırakmaları ve hakları göz ardı etmeleri yatar. İktidarlar ise kolektif yasa karşı çeşitli mitler, saldırılar ve unutturma politikaları izlerler. Bunun nedeni, kolektif yasın ezilenlerin ezenlere karşı oluşturduğu toplumsal bir silah olmasıdır. Felaketten etkilenenler felaketin failini yas ile teşhir eder ve toplumsal tarihte bellek oluşturarak yeni bir felakete karşı örgütlenirler. Bu şüphesiz ki iktidara güç kaybettirecektir. Kolektif yas ile örgütlenen toplumsal savunma, egemenlerin düşmanlık politikalarını da çıkar kaynaklı hırslarını da elinden alabilecek bir güce sahiptir.
Afetler ve Kolektif Yas
Afet sözcüğü yalnızca doğa olaylarını kapsamaz. Aynı zamanda beşeri etmenli afetler (madenlerde oluşan patlamalar gibi) ya da beşeri etmenlerle tetiklenen doğa olayları temelli afetler (iklim krizi gibi) vardır. Afetlerle oluşan felaketlerden çıkaracağımız bir şey varsa o da egemenlerin aksine afetler, insan veya herhangi başka bir canlı türü ayırmaksızın topyekûn bir kayıp ve zarara uğratır. Ancak faili bellidir; afet anına kadar toplumları savunmasızlığa itmiş egemenler. Afet sonrası süreçte ise felaketin etkisi ile toplumlar kolektif bir yas geliştirmeye başlar. Bu yas, afet anına dek toplumları çıkarları uğruna savunmasızlığa itmiş egemenlere karşı bir imdat freni ve halkların kendilerini savunmaya alarak bireyci çıkarlara doğrulttuğu bir silahtır. İktidarlar ise afet temelli felaketlere karşı “yasa ortak” olarak felaketin politik boyutunu kapatmaya çalışırlar ve afeti “doğallaştırırlar”. Çorlu tren kazası ve Soma, Zonguldak, Bartın gibi yerlerde oluşan maden facialarının faili, kendi çıkarları uğruna toplumun egemen olmayan kesimlerini hiçe sayan ve onları savunmasızlığa iten egemenlerdir. Örneğin, maden faciaları iş güvenliğinin hiçe sayılmasından kaynaklı oluşan iş cinayetleridir. Kar peşinde koşan sermayenin, işçiler için hiçbir iş sağlığı ve güvenliğini umursamamasıyla maden işçileri gündelik iş hayatlarında toplu bir savunmasızlığa itilir. Oluşacak olası bir iş cinayeti artık onlar için bir rutine dönüştürülür. Felaketten sonra ise gerek sermaye gerekse sermayenin çıkarları uğruna politikalarını inşa eden iktidar söylemleriyle olayın failleri olduklarını gizlemeye çalışır. Her maden faciasının ardından “kader” üzerine kurulan söylemler katillerin “cinayeti ben işlemedim” gibi inkarcı bir söyleminden fazlası değildir. Keza doğal afetlerde de yaşanan felaketler felaket anına kadar teknolojik ve bilgisel yaratım ve keşiflerin hiçbirinin toplumsal ve kolektif savunma ve “dayanıklılık” için kullanılmadığı, yalnızca egemenlerin çıkarları için kullanıldığını gösterir. Bu durumlarda da egemenler felaketi “doğallaştırır” ve felaketten etkilenenlerle kader ortaklığı göstermeye çalışırlar. Oysaki her türlü gücü tekeline alan egemenler yaşanan felaketin asli failidir. Depremlerden sonra ne imar affı verenler ne de imar aflarına sığınarak dayanıksız yapılar inşa edenler felaketin faili olduklarını kabul etmişlerdir. Buna karşı afetler sonrası büyüyen kolektif yas, aynı zamanda faillerden hesap sormaktır. Yas tutanlar, felaketi tüm yönleri ile teşhir ederek failleri ve onların çıkarcı politikalarını kamuoyu önünde açık ederler. Bu yas ritüelleri toplumda egemenlerin çıkarlarına karşı dur diyerek hem kolektif bir savunma oluşturur ve geleceğin inşasında egemenlerden söz hakkını almak için etkili bir silaha dönüşürken hem de geçmişte yaşananların faillerinden hesap sorma ısrarcılığını kamusalda ilan eder. Böylece hesap sorma ve geleceği kurmayı kolektifleştirir. Van depreminin yası halkların kardeşliğini geleceğe örgütlerken Maraş depreminin yası ise imar affı verenlerden ve afet sonrası bölgeyi görmezden gelenlerden daima hesap soracaktır.
Unutturulmaya Çalışılan Yaslar: 24 Nisan, Suruç ve Cumartesi Anneleri
Egemenler afetlere karşı afet kaynaklı felaketleri doğallaştırarak ve felaketlerden etkilenenler ile kader ortaklığı olduğunu inandırmaya çalışarak kendilerini aklamaya çalışırken; kendilerinin bizzat insanları kategorilere ayırıp belli kategorilere ayırdıkları insanlara karşı ötekileştirme ve düşmanlık politikaları izlerken onları katletmelerinden sonra kolektif yası engellemeye çalışmak için ise ezdikleri bu insanlara karşı mitler ve yeni nefret söylemleri oluştururlar. İnsanları kategorilendirmelerindeki sebebin temelinde ise yine egemenlerin çıkarları ön plandadır. Paris komününde kaçak Versay hükümeti, ordusunu büyütmek için adli suçlardan hapse düşenleri hapisten çıkararak orduya katmış ve onları komüne karşı kullanmıştı. Hırsızlık gibi suçlardan hapse düşenleri devlet, çetesi haline getirmiş ve bir insanlık kıyımını örgütlemişti. Paris Komünü’nün düşüşü ile birlikte Avrupa’da vahşi kapitalizmin 3 ay boyunca duran tik takları tekrardan işlemeye başlamıştı. Adli suçluları hapisten çıkarıp onlara “iş” veren devlet, hırsızlık gibi adli suçların sebebi olan sistemin de garantörüydü. Sistemin yedeğinde tuttuğu işsizlik ordusunu tekrar sistem, sisteme başkaldıranlara karşı örgütleyebilmesinin nedeni kendisine muhtaç bırakmasıydı. Adli suçluların damgalarından arınabilmelerinin tek çıkar yolu sistemin yaratacağı “mitlere” örgütlenmek ve bu mitler etrafından militanlaşmaktı. Dolayısıyla egemenlerin kolektif yasa karşı oluşturdukları mitler aynı zamanda toplumun çeşitli kesimlerinde egemenler tarafından örgütlenmeye çalışılır ve “ötekiler” yeryüzünün lanetlilerine dönüşür. Ne var ki, defalarca kez zulme uğrayan yeryüzünün lanetlileri tuttukları yası kolektifleştirerek direnişlerini tarih boyunca toplumsallaştırmış ve hesap sormayı her daim kamu vicdanında diri tutmuştur. Padişahların “kudretleri” ve fetihleri tarihsel anlatıda ön plana çıkarılıp mitselleştirilirken Pir Sultan Abdal’ın ve Şeyh Bedrettin’in katledilmesine karşı tutulan yas her daim bu “kudret”ten hesap sormaktadır. 24 Nisan Ermeni soykırımının anmasının her yıl yasaklanmasının nedeni de devletin tarihi mitselleştirerek fail olduğunu gizleme çabasıdır. Yerlerinden göçe zorlanan ve göç sırasında katledilen Ermeniler hem yersiz yurtsuzlaştırılmış hem de mitlerle ötekileştirilerek yeryüzünün lanetlileri konumuna itilmiştir. Zira Osmanlı’daki ilk sosyalist örgütlenmeler Devrimci Ermeni Örgütlerinden, ilk kitlesel işçi grevleri Rum, Türk, Ermeni işçilerden çıkmıştır. Paramaz ve yoldaşları Abdülhamid’in mahkemesinde yargılanırken Türk köylülerin uğradığı zulümlerden bahsedip öncelikle bütün ezilenler için mücadele ettiklerini savunmasında ifade etmiştir. 24 Nisan anmaları tarihten bugüne kamusal vicdanda örgütlenmeye çalışılan bir hesap sorma ve bu mitlerin yapı söküme uğratma mücadelesidir. Keza Cumartesi Anneleri de yılmadan sokaklarda toplanmaya ve sevdiklerinin devlet eliyle “kaybedilmesini” her hafta tekrar tekrar ısrarla teşhir etmektedir. Devlet aklının Cumartesi Annelerini susturma çabasına karşı Cumartesi Anneleri, yıllardan bu yana kamusal vicdanı ve toplumsal savunmayı sokaklarda örgütlemiştir ve örgütlemeye devam etmektedir. Suruç için tutulan kolektif yasta ise gençlik her 20 Temmuz’da Suruç’un hesabını sormak için sokaklardan seslenerek bu örgütlenmeyi gerçekleştirmekte ve gerçeğe sokaklardan ses vererek ışık tutmaktadır. Bu ses ve ışığa karşı agresif tepki verenlerin teşhiri şu sözlerde gizlidir; “Faşizm ışık ve sesten korkar”.
Sonuç Yerine: Kolektif Yasımızı Haykırmaya Devam Edeceğiz
Kolektif yas, yalnızca geride kalanları yâd etme ve artlarından yas tutma sürecini içermez. Bu yas tutma aynı zamanda kamu vicdanının egemenler ile hesaplaşmasının örgütlenmesi ve geleceği toplumun kolektivitesinin inşa etme sürecidir. Yas tutan toplumlar aynı zamanda bazen “dövüşerek ölenleri” hatırlar ve mücadeleyi onlardan devralır. Kolektif yas umudu daima kuşanma ve yas tutulan her bir günü kuşatmadır. Bu kuşatma kamusal vicdana devrimci bir güç vererek tarihin akışını değiştirir. Dolayısıyla, egemenler her türlü kandırmacaları ve baskılarına karşı kolektif yasımızı sokaklardan haykırmaya devam edeceğiz.
“Ey her şey bitti diyenler
Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler
Ne dağlarda açan çiçekler
Ne kentlerde devleşen öfkeler
Henüz elveda demediler
Bitmedi daha sürüyor o kavga
Ve sürecek
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.“