NIETZSCHE’NİN OLUMLAMA DÜŞÜNCESİ ÜZERİNDEN MÜCADELEYİ DÜŞÜNMEK

Marksizm ve devrimci mücadelenin Marksizm dışı kaynaklardan nasıl besleneceği, Marksizmin bu kaynaklarla nasıl bir ilişki kuracağı ve bu ilişkilerden türetilebilecek somut politikaların mücadeleye nasıl yansıyacağı her dönem önemli tartışma başlıklarından olmuştur. 

Böyle bir tartışmaya Marksizmin bütünsel bir düşüncesistemi olduğu üzerinden gelişecek itirazlara tarihsel olarak Marksist düşüncenin şekillenişinde Marksist düşüncenin dışında kalan tartışmaların tarihsel önemini hatırlatarak bir karşı itiraz geliştirebiliriz. 

Bu deneysel yazıda Nietzsche’nin olumlama düşüncesiüzerinden gelişecek bir perspektifin bugünün toplumsal ve siyasal mücadelesini yeniden düşünmek için ne gibi olanaklar yarattığını incelemeye çalışacağız. Kuşkusuz bu eklektik düşünsel egzersizi, Marx ile Nietzsche’yi birleştirmek gibi –bizce imkânsız olan- devasa tartışmaların bir parçası olarak görmemek gerekir. Aksine Marksist düşüncenin bütünsel düşünce sisteminin çok faklı güzergahlara açılabileceğiyetkinlikte olduğunun mütevazi bir örneği olarak değerlendirmek gerekir.

19. Yüzyılda üç büyük filozofun moderniteye güçlü darbeler indirdiği çokça söylenir. Bu filozoflar Marx, Freud ve Nietzsche’dir. Marx, modernitenin kapitalist ekonomi-politiğine; Freud, modernitenin teolojik alan ile bağ kurarak inşa ettiği iktidar-özne ilişkisine; Nietzsche ise modernizmintemel aklı olarak okuyabileceğimiz Hristiyan ettiğine son derece güçlü çekiç darbeleri vurmuştur. Bu çekiç darbeleri kendisini toplumsal ve siyasal mücadelenin hanesine yazmıştır. 

​Marx bu düşünürler arasında, belki de bütün düşünürler arasında, açık politik mücadeleyi en çok etkileyen figür olmuştur. Keza Marx’ı sadece bir düşünür olarak ele almak ona büyük bir haksızlık olacaktır. Kendisi aynı zamanda politik örgütlülüklerin içinde bizzat olan bir eylem adamıdır. Kapitalizme direnmenin bütün kulvarlarında onun düşüncesi politik bir kılavuz haline getirmiştir. 

Freud oluşturduğu düşünce sistemi ile insanı tahakküm altına alan toplumda yaratılmış tüm “baba” figürlerini analiz edebilmiş ve buna karşı bir direnme pratiği geliştirebilmenin ipuçlarını bırakacak verimli bir düşünsel miras bırakmıştır.  Nitekim faşizm zamanlarında faşistlerin mitleri kullanarak yaratmaya çalıştıkları yalancı hakikate karşı psikanaliz güçlü bir anti-faşist düşünce örgütleyebilecek bir zemin bırakmıştı. Nazilerin kitap yakmasını Freud’un “öğrenilmiş kültürün reddi” olarak yorumlaması ve faşizmin mitlerle hakikati inşa etmesini “gerçekliğe hükmeden bir fantezi dünyası” olarak yorumlaması faşizmin yarattığı hakikat yanılgısına karşı yalnızca teorik değil, aynı zamanda pratik bir karşıt-güç oluşturma imkânı yaratmıştır. 

Peki, bu tabloda Nietzsche’nin Hristiyan etiğine karşı kurduğu felsefe (“anti-christ”) nereye oturuyor? Naziler, kendi propagandasını kurarken Nietzsche’nin düşüncesinden onun temeli olan anti-christ felsefesini soyutlayarak bir Nietzschekarikatürü oluşturdular. Nazilerin Nietzsche’yi sahiplenmesi ve onun üzerinden propagandalarını oluşturmaları daha sonra uzun bir süre anti-faşist ve anti-kapitalist örgütlenmelerin düşünsel kapsama alanlarından Nietzsche’yi uzak tutmalarına neden oldu. Bazı anarşist örgütlenmeler Nietzsche’yi kısmi olarak sahiplenirken Marksist örgütlenmeler çoğunlukla (aynı zamanda yaptığı sosyalizm eleştirisinden de dolayı) onun felsefesinden uzak durdu. 

Ne var ki kapitalist modernitenin temellerinden birisi olan Hristiyan ahlakı bugün hala kapitalizmin koruyucu fenomenlerinden birisi. Üstelik modernizmin aşkın olan üzerine kurduğu hakikate karşı Freud’un psikanaliz, Marx’ınekonomi-politik düşüncesini kullanarak dünyayı yorumlama ve değiştirme üzerine çabalarken, Nietzsche’nin düşünsel çerçevesi kendimizin ve örgütlenmemizin iç dinamiğini dünyaya içkin bir yerden kurmamıza ve böylelikle mücadeleye tam bir Hristiyan ahlakı olan çileci bir pratik olarak bakmaktan kendimizi korumaya yarayabilir Bu yüzdenNietzsche’nin moderniteye indirdiği çekiç darbelerini anlamak güncel mücadele açısından da önem taşıyor. 

Nietzsche’nin İlk Çekici: Anti-Filozof ve Sanatsal Filozof 

Nietzsche’nin gözlemlememiz ve yorumlamamız gereken ilk çekiç darbesi filozoflara karşı savurduğu darbedir. Nietzsche, Platon’dan bu yana filozofların üzerlerine görev edindikleri “ideali bulmak” görevine karşı çıkmış birisidir. Platon’dan bu yana Dünya’da gözlemlenenlere sorulan “Nedir?” ve “Nasıl?” sorularının cevabı filozoflarca hep Dünya dışında aranmışlardır. Tek ve değişmez Dünya-dışı (aşkın) bir hakikat tasarlanmış (filozofların iddiası bu noktada tasarladıkları yönünde değil, keşfettikleri yönündedir) ve bu hakikate ulaşma ya da en azından onun varlığını sezme, ondan emin olma durumunu rasyonelite ile açıklamışlardır. 

Nietzsche bu noktada modernitenin getirdiği rasyonaliteye muhalefet eder. Ona göre dünya-içi bir şeyin (fenomenin) “neliğinin” ve “nasıllığının” açıklanması filozofun görevi değildir. Eğer filozof fenomenlerin “idealini” bulma görevini kendisine amaç bilirse bu görevin Dünyayı Dünya-dışı ile yorumlamış ve bu mitlerden yeni bir hakikat yaratmış peygamberlerden bir farkı kalmaz. Bu bağlamda Nietzsche bir anti-filozof olur (tıpkı Marx’ın filozofların bugüne kadar yalnızca Dünya’nın yorumlanması ile uğraştıklarının eleştirisini vererek bir anti-filozof konumuna geçmesi gibi). Nietzsche’ye göre bir filozofun metnine sorulacak soru fenomenlerin neliği ile alakalı olmamalı, yazan filozofun kim olduğu ile alakalı olmalıdır. Çünkü filozof dünyayı; dünyada, dünyanın içinden bir birey olarak yorumlar. Bu yorumlamada da kitlelerin hakikatini dünya dışında oluştururken dünyada olmayı özünde çile sahibi olma üzerinden yorumlanmasına karşı kendisini Dionysos neşesine boğar. Dünyayı çileli bir yer haline getiren aşkın hakikatçilerindünyasından Dionysos, kahkahası ve neşesi ile insanlığın kurtuluşunda bir ışıktır. Nietzsche bunu yapabilmek için sanatsal bir filozof olmak gerektiğini söyler. Hristiyan etiğinin aksine arzusundan ödün vermeyen sanatsal filozof tüm egemen sisteme rağmen aşkın olanı değil, kendisini anlatır ve bunu yaparken insanlara çileli bir hayat değil, dünya-içi bir hayat yaratım imkanı sunar. 

Hayatı yaratım imkânı Marx’ın Dünya’yı yorumlamanın ötesinde onu değiştirmek için uğraşma noktasına yakın durur. İki düşünür de egemen olan Dünya yorumunun dışına çıkarak pratikleri ile ona dur deme çağrısı yapar. Filozofun yıkımı, yeni bir filozofun yaratımına denk düşer. Yeni filozof, Dünya’yı Dünya-içi olarak görüp yorumlayan ve ona müdahale edebilendir. 

Bu çekiç darbesi biz mücadele edenler için ne gibi imkanlar yaratmaktadır? İlki Mevcut Dünya’ya karşı kuracağımız yeni Dünya’nın –bizim için komünist toplum- kurgusunu aşkın bir yerden tasarlamanın tehlikelerine karşı bir uyarı niteliğindedir. İkincisi ise mücadelenin yaratımını Dionysos’un neşesine boğarak bir ışık yaratmak yerine çilecibir Hristiyan etiği mantığında yapmaya bir uyarıdır. Bu uyarılar, egemenlere karşı yürüttüğümüz sınıf mücadelesinde elimizi güçlendiren uyarılardır. Komünist toplumun yaratıcı özneleri olarak, kendi zaman dilimimizin ve mekânımızındışındaki bir amaç için değil, kendi eylediğimiz zaman ve mekan için mücadele ettiğimizin bilincinde olmalıyız. Diğer yandan, mücadele genel kabulün aksine insanın arzularına rağmen değil, arzuları içindir. Kapitalist modernitenin yaratıp dayattığı arzulara karşı biz mücadele edenler asıl arzularını tutku ile savunmalıdır. Asıl arzularımız ise tahakkümsüz, bizi kısıtlayan yapıların olmadığı, özgür bir dünyadır. Bu aşamada özgürlüğün hayatın içinde, bizimle var olabileceğini fark edip özneyi öne çıkararak mücadelemizi kurgulamamız gerekmektedir. Mücadele, çileci bir etiğin üzerine değil, bizi oluşturan ve bizim egemenlere rağmen kendimizi öne çıkardığımız bir Dionysos neşesi ile var edersek bir güç olabiliriz. Bugün bütün baskılara rağmen büyüyen LGBTİQ+ mücadelesi bunun en güzel örneğidir. 

İkinci Çekiç: Tarihi İkiye Bölmek 

1888 yılında Nietzsche, yazdığı bir mektupta şöyle demiştir: “İnsanlık tarihini ikiye bölecek kadar güçlüyüm.” Bu ifade ile Nietzsche politik devrimler ile rekabete girecek bir güç olma iddiası ile karşımıza çıkar. Politik devrimler ile rekabet eder çünkü Antik Yunan düşüncesinden bu yana politik devrimler, içerisinde “aşkınlık ilkesini” aşamamış devrimlerdir. Daima dünya-dışı bir ideal ile yola çıkar ve egemen ideolojilerini tarihin en ideal seviyesi olarak propagandalarını yaparlar. Nietzsche’nin tarihi ikiye bölme fikrini ortaya attığında en yakındaki politik devrim Fransız Devrimi’dir. Bu devrim ile burjuvazi topyekün politik alanı ele geçirme adımı atmıştır. Nietzsche’nin ise Fransız Devrimi’ne eleştirisi şu olur; Fransız Devrimi Hristiyan ahlakını aşamamış ve hatta onu devam ettirmiş bir devrimdir. 

Zira, kapitalizm, Hristiyan çalışma ahlakı üzerinden sömürü sistemini kurmuştur. Nietzsche’nin sosyalizme yaptığı eleştiride bu noktadan beslenir. Ona göre sosyalistler de çilecilik ilkesi ile hareket ederek hata yapmıştır. Proletaryanın “kini” ile birleşen aşkın bir ideal kurmuşlardır. Ezilenlerin egemenliğinin kaynağını onların “ezilme kini” olarak görmek bizi Nietzsche’nin deyimi ile “köle ahlakı” konumuna getirecektir. Bu durumu Nietzsche, efendiye bağlı bir ahlak sistemi olarak açıklamıştır. 

Nietzsche’nin deyimiyle ezilenlerin kini ile değil, ezenlerin tahakkümüne rağmen gerçekleştirdiğimiz mücadeleyi olumlayarak ve bir şeyleri mücadele ettikçe daima değiştirdiğimizi görerek örgütlenmemiz hem yaşamın içinden hem de bizi yıpratmayan bir örgütlenme olacaktır. İçimizdeki kin için mücadele etmiyoruz, Dünyayı köle yığınları haline getiren sistemin tüm dinamiklerini yıkmak için mücadele ediyoruz. Karşımızdaki güç büyük bir güçtür. Bu yüzden içimizdeki devrimci itkiyi büyüterek güçlenmeli ve sistemi topyekün bozarak tarihi ortadan ikiye bölmeyi amaç edinmemiz gerekmektedir.

Üçüncü Çekiç: Rasyonalite Karşıtlığı 

Nietzsche’nin üçüncü çekici rasyonalite karşıtlığıdır. Nietzsche, dünyanın hakikatini keşfetmek için uğraşan ve dünyanın hakikatini dünya-dışı bir mefhum ile formülleştiren rasyonalizme karşı çıkan bir düşünürdür. Ona göre hakikat yoktur, hakikatler vardır. Hakikatlerin oluşumu olayların sonuçlarının bir araya getirilmesi ile oluşur. Ayrıca hakikatin göreceliği ve buna bağlı olarak birden fazla olması öznenin olaya verdiği tepki ile ortaya çıkar. Bu tepki ile bir sonuç ortaya çıkacaktır, bu da hakikati doğurur. Filozofun görevi ise hakikate duyduğu inanca bağlı harekete geçmesidir. Aydınlanma düşüncesi filozofları ise bunun tam tersini yaparak tek bir hakikat bulmak için uğraşır, hakikate dair bir eyleme geçmez. Burada Nietzsche aslında rasyonalitenin karşısına hakikati romantize etme edimini ortaya koymuş olur. Hakikat, keşfedilmesi için üzerine düşünülecek bir dünya-dışı teklik değil, bir inançla yaratılacak ve hem yaratılması için hem de yaratıldıktan sonra o inançla harekete geçilecek dünya-içi çoğulluklar toplamıdır. Onu yaratacak olan ideal dünyanın üstünde bir varlık değil, dünyanın bizzat içerisinde olan insandır. İnsan, hakikatin peşinden akla uyduğu için değil, onu romantikleştirdiği ve dünyanın içine kattığı için koşar. 

    Dolayısıyla bizim de mücadelemiz hakikatlerin peşinde koşma mücadelesidir. Bu hakikatler mücadelemiz ile süreç içerisinde bizim direnişimiz ile var olur. Bu mücadelenin gücü ile hakikatin oluşumu arasında bir paralellik vardır. Mücadelenin gücünü etkin kılmak da öznenin mücadeleyi dünya-içine hatta hayatının içine yedirebilmesi ile ortaya çıkacaktır. Bu yüzden mücadele ettiğimiz ve düşlediğimiz dünya bizim için var olacaktır, bu yüzden mücadele etmemiz gerekir. Bu dünya şu anda ezenlere dahi yarayacak mümkün dünyaların en iyisi değildir. Kendimiz ve yoldaşlık kurduklarımız için oluşturulacak ve sonrasında her daim yeni mücadeleler ve yaratılacak yeni hakikatler ile geliştirilecek bir dünyadır. Bu safhada bizler, mücadeleyi romantikleştirir, onu bizzat dünyanın içine katarız ve bu durum da bizim mücadele azmimizi güçlendirir.

Bir Başlangıç için Son-Uç: 

    Bizler mücadelemizin ideolojik temelini Marksizm’den alır ve devrimci mücadeleleri kendimize yol bilerek mücadele ederiz. Bu bağlamda, Marksist olmayan düşünürler temelde bizimle aynı yolda yürümüş insanlar değildir. Ancak, mücadele ettiğimiz kapitalist sistem yapıları, aygıtları ve ideolojisi ile çok boyutludur. Bu bağlamda kapitalist modernite karşıtı mücadeleye dair çeşitli fikirler ortaya atanlara dikkat kesilmek önemlidir. Nietzsche de kapitalist moderniteye fikirleri ile büyük bir çekiç darbesi indirmiş bir düşünürdür. Bu bağlamda Nietzsche’yi de mücadelemizin ilkelerini belirleyen Marksizm ile tekrar okumalı ve fikirlerini devrimci bir yorum ile pratiğimize katmamız gerekir. Nietzsche ile verdiğimiz mücadele dünya-dışı ve bizim hiçbir zaman ulaşamayacağımız bir idealin mücadelesi değil, mücadele ettikçe ulaşacağımız ve ulaştıkça mücadele edeceğimiz hakikatlerin mücadelesi olacaktır. Bu da mücadeleyi çileci bir konumdan uzaklaştıracaktır. Meselemiz sadece mücadele geleneğini sürdürmek değil, aynı zamanda onu kapitalist modernitenin sirayet ettiği ve tutsak hale getirdiği etiksel, estetiksel ve ideolojik alandan sıyırıp kendi alanlarımızı yaratmamızdır. 

Deniz Gezmiş’in asıldıktan sonra defterinin arkasında yazdığı şiir aslında mücadelemizin ne olursa olsun her zaman hayatın içinde olan ve hayat için verilen bir mücadele olduğunu gösterir: 

“Yenilmişsem

Elim kolum bağlı

Boynumda yağlı ip

Gelip dayanmışsam

Darağacına

Dudaklarımda yarın

Gözlerim yarınlarda

Unutmak mı gerek seni?

Kapılar kapalı

Tutulmuşsa gece

Kapkara yollar

Sıcacık bir sevgi

Sunmayacak mıyım

İnsanlara?

Bakmayacak mıyım yarınlara

Seslenmeyecek miyim

İnsanlara?”

  

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir