Memleketten Üniversiteye Bakmak: Kayyumlar
Üniversiteliler olarak her sabaha yolsuzluklarla, atamalarla, hırsızlıklarla, siyasi soykırım operasyonlarıyla, yapılan zamlarla uyanıyoruz.
Saray faşizminin kendi çıkar ve bekası için aldığı kısıtlama kararları, yönetilmekten iyice uzaklaşılmış pandemi krizi, iktidarın katmerlendirdiği ekonomik kriz, milyon dolarlık lüks araçların gösterişini yapan yandaşlara vergi afları, iş cinayetleri, her gün erkekler tarafından öldürülen kadınlar, devlet-çete işbirliği, online eğitimde hak gaspları… Tablo uzadıkça uzuyor elbette. Saray faşizmi kendi yaratmaya çalıştığı ve yukarıda saydığımız temeller üzerine kurmaya çalıştığı “yeni normale” halkın da alışması için elinden geleni yapıyor.
Siyasal iktidarın pandemiyi, faşizmi kurumsallaştırmada bir araç olarak kullanmasına karşılık tablo elbette tek taraflı değil: “Öyle mi alay komutanı” diyen işçilerin kararlılığı, “Hesabı biz ödemeyeceğiz” diyen kafe-bar çalışanlarının direnişi, “Asgari ücret en büyük yolsuzluktur” diyen işçilerin isyanı, “Katledilen kadınlar isyanımızdır” diyen kadınların çığlıkları, “Ağzımızı kapattık diye susacak değiliz” diyen üniversitelilerin inadı var faşizmin karşısında.
İlk sokağa çıkma kısıtlamalarının uygulanmasından maske dağıtımına, online eğitimden vaka sayılarının açıklanmasına, Covid-19 aşısının tedarikinden iyice derinleşen yoksulluğa kadar Saray faşizminin yönetemediği, yönetemedikçe baskı aygıtlarını devreye soktuğu artık aşikar. Onlar yönetemedikçe, kontrol altında tutma çabaları boşa düştükçe; bir gece yarısı yapılan atamalarla, el koymalarla, zorbalıklarla kontrolü ellerinde tutmak istiyorlar.
Kontrol altında tutma çabaları en somut örneğiyle kayyumlarla gösteriyor kendisini. Kazanamadıkları belediyeye kayyum atıyorlar, emirlerine uymayan kanala kayyum atıyorlar, zarar görecekleri davalara kayyum atıyorlar, tarihsel olarak kontrolü bir türlü sağlayamadıkları üniversitelere kayyum atıyorlar.
Barış Akademisyenleri’nden Boğaziçi Üniversitesi’ne: KHK’ler ve Kayyum Rektörler
Üniversiteliler bir sabaha daha gece yarısı alınan, tek bir kişinin imzası olan, üniversitenin bileşenlerine sorulmadan verilen kararla uyandılar.
2015 Genel Seçimleri’nde AKP İstanbul 1. Bölge Milletvekili Aday Adayı olan Melih Bulu, dünyanın en nitelikli üniversiteleri arasında bulunan Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atandı. Kararnamenin altında daha önce nitelikli, barış isteyen, haklılığı tarihsel mücadelelerle ispatlanan taleplerde bulunan akademisyenleri ihraç eden Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası vardı. Kayyum rektör atamaları Erdoğan için ilk değildi. İstanbul Üniversitesi’nin seçilmiş rektörü Raşit Tükel’i atamayan da, üniversitelerde yapılan seçimleri kaldıran da Erdoğan’dı.
İktidara geldiği 2002’den bu yana, üniversitenin dokusuna uyan bir gücü bulunmayan, yükselen öğrenci gençlik hareketini çetelerle, siyasal İslamcı kesimlerle, polis baskısıyla durdurmaya çalışan yine de başarılı olamayan Erdoğan, öğrenci gençliğin dinamizmini üstten yaptığı kayyum atamalarıyla, akademinin nitelikli hocalarını ihraç ederek, akademinin içini iyice boşaltarak çözmeye çalışıyor. Öğrenci gençlik olarak bu siyasal çabalara yabancı değiliz elbette. 12 Eylül faşist darbesinin ardından üniversiteleri kapılarına tank koyanlardan, sermayeyi üniversiteye sokanlardan, ülkücü İslamcı faşist çetelerden, darbe artığı YÖK’ten, öğrenci düşmanı özel güvenliklerden, kampüsleri emniyete çeviren polislerden tanıyoruz yapılmaya çalışanı. Erdoğan’ın farklı olarak yaptığı, YÖK’ün de içini boşaltıp her kurum gibi YÖK’ü de kendisine bağlayarak süreci kendisinde somutlaştırması oldu.
Üniversiteye atanan kayyumlar, Kürt illerinde belediyeye atanan kayyumlardan, bir gece yarısı tek bir imzayla ihraç edilen KHK’lilerden azade değil elbette. Kayyum atamaları, hırsızlıklarını, yolsuzluklarını daha rahat yapabilmek, her türlü denetim mekanizmasını ortadan kaldırmak için zorunlu bir yol oldu Saray faşizmi için.
Kayyumlar, halkın/üniversitelilerin onay ve rızasıyla kendine yetki bulamayacağını anlayan sömürgeci bir devlet anlayışının sonucudur. Ve bu sonucun sebebi de faşizmin yaşadığı meşruiyet krizinden başka bir şey değildir. İktidara geldiğinden beri meşruluğunu yasladığı en büyük temel olan “milli irade” söylemi, AKP iktidarının seçimlere hile karıştırmasıyla, kazanamadığı, kazanamayacağı, kontrol altına alma çabalarının başarısız olduğu her alana kayyum atamaları yapmasıyla çökmüştür. Bu çöküşünün anlamının kavranması ve üniversitenin dört duvar arasında olmadığı gerçeğinin gün yüzüne çıkarılması için öğrenci gençlik hareketi, üniversite-memleket bağını daha güçlü kurmaya, memlekete üniversiteden bakmaya mecburdur.
Üniversite-Memleket Bağını Kurmak
Öğrenci gençlik hareketinin kırılma dönemlerinin ortak bir özelliği vardır: Her kırılma dönemi üniversite duvarlarını aştığı ve yürütülen toplumsal mücadeleler içerisinde eriyip oraya güç katabildiği için bir dönem olarak öne çıkmıştır. FKF-Dev-Genç kırılmasından 1996 Öğrenci Koordinasyonuna kadar öğrenci gençlik hareketinin döneme rengini verebilmesi ve toplumsal mücadelelerin motor gücü pozisyonunda olması diğer yürütülen toplumsal mücadelelere değebildiği, oralarla ilişkilenebildiği, oralara güç katabildiği için mümkün olmuştur.
Bugün yapılması gerekenin de bu olduğu düşüncesindeyiz. Ermenekli madencilerin yürüyüşünden İzmir Depremi’ne, Kaz Dağları’nın talan edilmesinden yandaşlara getirilen vergi aflarına, EYT sorunundan asgari ücrete, emekçilerin haysiyet mücadelesinden ücretsiz izin zorlamasına kadar her şey öğrenci gençlik hareketinin gündemi ve sorunu olmalıdır. Bu sorunların üniversitelerde izdüşümünü görmek her zaman mümkün olmuştur. Kürt illerine kayyum atamak ile üniversitelere rektör atamaları yapmak arasında nasıl bir bağ varsa, sermayedarlara peşkeş çekilen ihaleler ile üniversite-sermaye işbirliğinin izdüşümü olan vakıf üniversiteleri arasında da bir bağ vardır.
Siyasal atmosferin vurduğu ilk dalga üniversiteler, bu dalgayı ilk göğüsleyecek olan da öğrenci gençlik hareketidir. Bütün toplumsal çelişkileri açığa çıkaracak ve memleket gündemine etki edebilecek devrimci bir öğrenci hareketinin inşası bu geniş perspektifle yükselebilir.
Diyarbakır’da kayyum yönetimiyle yaptıkları lüks harcamaları gizleme çabaları ile Boğaziçi’ne kayyum atamasıyla birlikte akademiyi, öğrenci gençliği kontrol altında tutma çabaları üst üste düşüyor. Yapmamız gereken Diyarbakır’la Boğaziçi’nin bağını kurarak bütün kurumları kendisinde somutlayan Erdoğan’a, Saray faşizmine karşı mücadele kanallarını arttırmaktır. Boğaziçi’nde hoca olan Akgiraylar’ın Bimeks işçilerine reva gördüğü hak gaspı ile tazminat hakları için gece gündüz yürüyen Ermenekli ve Somalı madencilerin haysiyet mücadelesini üniversitelinin aklı ve yaratıcılığıyla harmanlama zamanıdır.
Saray faşizmi tarafından memleketin gündemini belirleyen, üniversitelerde yansımasını gördüğümüz her hamlenin bağını kurmak ve toplumsal mücadelelerin her alanıyla dirsek teması kurabilen bir hareketi, sırtımızı üniversite hareketinin ve devrimci gençlik mücadelesinin tarihine yaslayarak yaratabiliriz. Kazdıkça birçok anlam çıkaracağımız bu hafıza, bugünün öğrenci gençlik hareketine ışık tutacaktır ve söylediğimiz şu sözü daha anlamlı kılacaktır:
ÜNİVERSİTEDEN DE MEMLEKETTEN DE GİDECEKSİNİZ!