DEPREM DEĞİL RANT VE TALAN SİYASETİ ÖLDÜRÜR!
24 Ocak’ta merkezi Elazığ Sivrice olan 6.8’lik bir deprem meydana geldi. İlk belirlemelere göre Elazığ’da 18, Malatya’da 4 olmak üzere 22 kişi hayatını kaybetti, 1030 kişi ise yaralandı.
Depremin hemen ardından ‘Deprem Vergisi’ adı altında son 20 yılda 67.573.127 TL vergi toplayan devletin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez katıldığı televizyon programında yaptığı açıklamada, “Her şeyi devletten beklemek çok da doğru olmaz. Vatandaşlarımız tedbir almalı” diyerek her olayda olduğu gibi sorumluluğu üzerinden atmaya çalışmıştır.
35.500 TL maaş alan Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın ise yaşanan depremin ardından ilk hamlesi maddi yardım istemek oldu. Kızılay, İstanbul Genel Başkanlık Makamı için 19 Eylül 2019’da boğaz manzaralı 450 metrekare köşk kiralamıştı. Kira bedeli ise aylık 12 bin dolar!
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise bu saatlerde yaptığı açıklamada, “Türkiye’nin deprem konusundaki yeterliliğini tartışmaya açmak, bu saatte yapılabilecek insanlık dışı bir davranıştır” diyecekti.
Bütün bu ‘talihsiz’ açıklamalar yapılırken 3 Ekim 2019’da TBMM’ye sunulan “Deprem Hazırlıkları Araştırma Önergesi” AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildiği sosyal medyanın gündemine düştü. 3 Ekim’in ardından ise Manisa’da 5.2, İstanbul’da 4.8 ve son olarak Elazığ’da 6.8’lik depremler meydana geldi.
Öldüren Ne? Deprem Mi, Sistem Mi?
AKP/Saray iktidarının 2002’den bu yana uygulayıcısı olduğu ve akıl almaz bir hızla hayata geçirdiği neoliberal politikaların bir sonucu olan sağlıksız, niteliksiz evler ölümlerin asıl sebebini oluşturuyor. Uzmanların ısrarla tekrarladığı Kanal İstanbul’un depremi tetikleyeceği bilgisi iktidar tarafından ‘Büyük Türkiye’ masallarıyla geçiştiriliyor. Bile bile memleketi felakete sürüklemek isteyen iktidar, rant hırsıyla insanların yaşamlarını görmezden gelmektedir.
Yıllardır dillere pelesenk edilen ve ‘kentsel dönüşüm’ adı altında yıkılan tekrar yapılan binalar kimin yararına yapıldı?
1999 Depremi’nin ardından 1 yıllığına yürürlüğe girdiği söylenen fakat 20 yılda 70 milyar TL toplanan ‘Deprem Vergisi’ kimlerin ihtiyacını karşılıyor? Kimlerin ceplerine gidiyor?
Bilim insanlarının aylar öncesinden yaptığı uyarılara kulak asmayıp 20 yılda toplanan ‘deprem vergisi’ne denk çılgın projeler (Kanal İstanbul) peşinde koşanlar, rant üretmek adına, kârlarından bir nebze kaybetmemek için depreme dayanıksız binalar inşa edenler ve buna müsaade edenler, dere yataklarına imar izni verenler, deprem toplanma alanlarına AVM’ler, gökdelenler, rezidanslar dikerek insan hayatını hiçe sayanlar – İstanbul’da 493 deprem toplanma alanının 416 tanesi imara açılarak AVM, gökdelen, rezidans oldu. – depremde yaşanan her türlü kayıp ve hasarın sorumlusudur.
1999 Depremi’nde de Van Depremi’nde de gördüğümüz depremin değil tedbirsizliğinin öldürdüğüdür. ‘Tedbirlerin neden alınmadığı’, ‘Deprem vergilerine ne olduğu’ soruları ‘insanlık dışı bir davranış’ değil tam da bu zamanda sorulması gereken sorulardır. Kaldı ki, verilen vergilerin, reddedilen önergelerin hesabını sormak mı insanlık dışıdır, bile bile önlem almamak mı?
Şimdi Siyasetin Zamanı!
Elazığ Depremi’nin ardından gerek sosyal medyada gerekse de çeşitli mecralarda deprem vergilerinin akıbetinin, önlemlerin alınmayışının sorulması trollerin ve yandaş gazetecilerin ‘siyasetin zamanı değil’ söylemini dillendirmesine yol açtı.
“Bu konuya siyaseti karıştırmayın”, “deprem siyasetler üstü bir konu” gibi retorikler özünde apolitik bir tutumun ifadesi olsa da çoğunlukla yaşanan olayın arkasındaki siyasal organizasyonu gizleme hedefiyle söyleniyor. Neoliberal hegemonyanın hayatımızın her alanına sirayet ettiği, AKP/Saray faşizminin akıl almaz bir hızla uygulamaya soktuğu ve yarattığı tahribatını her gün hissettiğimiz neoliberal kriz gündelik yaşamda çeşitli veçheleriyle karşımıza çıkıyor.
Rant yaratma ve israf projesi olan Kanal İstanbul’dan İstanbul Üniversite yemekhane sorununa, Kazdağları’ndan Elazığ Depremi’ne kadar artık yaşamsal olan her şey, yani ‘ siyasetler üstü’ denilen her konu siyasidir, politiktir!
Yaşamak için, insanca hayatta kalmak için mücadele edeceğimiz, direneceğimiz bir çağdayız!
Dayanışma Yaşatır!
Yalılarında, köşklerinde, Saraylarında oturanlar değil üniversiteliler, emekçiler, kadınlar, ezilenler göçük altında kalıyor.
Yalılarından bildirenlerin, Saraylarından vaaz verenlerin ‘lütfuyla’ değil ezilenlerin gerçek dayanışmasıyla saralım depremin yaralarını!
Öfkemizi, yasımızı diri tutalım ve ezilenlerin, üniversitelilerin sesini yükselteceğimiz o günü bekleyelim!
Unutmayalım: Ezilenlerin nezaketi dayanışmadır!