Bir öfke ve umutsuzluk patlaması: “Geçinemiyoruz!”
Kendini meclis önünde yakan işçilerden, harçlığını çıkarmak için inşaatta çalışırken iş cinayeti sonucu hayatını kaybeden üniversite öğrencilerine, intihar eden atanamayan öğretmenlerden, mahsulünü satamayan çiftçiye; kısacası toplumun bütün kesimlerinin durumunu özetleyen, bütün yakıcılığı ile yanı başımızda duran ve bir yılı aşkın süredir üniversiteliler olarak görünür kılmak istediğimiz bir çığlık var: Geçinemiyoruz!
Bir çığlık: Geçinemiyoruz
Türkiye ekonomisinin 2018’in son
yarısında kendini iyiden iyiye gösteren krizle birlikte memleketin dört bir
yanında ‘Geçinemiyoruz’ çığlıklarını duyduk. Dört bir tarafta yankılanan bu
sesi ekonomik krizin getirdiği atmosferle birlikte bir ‘ekonomik yeterlilik’ talebi yani salt bir maaş yükseltme,
patronlardan zam isteme olarak değerlendirme eğilimi yüksek olsa da böyle bir
analizin sınıfsal çelişkileri gölgeleyici, sınıfsal bir hareketin çıkış
dinamiklerini yok edici bir eğilim olduğu aşikardır. Genel
kabul görmüş bu eğilimin karşısına içinde bulunduğumuz ekonomik krizin Saray
rejimi ile sınırlı olmadığını fakat AKP iktidarı döneminde müthiş bir hızla
uygulanan neoliberal politikaların bir sonucu olduğu gerçeğini ortaya koyarak,
yaşanan öfke birikmesi ve haysiyet mücadelesini AKP nezdinde neoliberal
kapitalist sistemin kendisine yöneltecek kanalları yaratmalıyız.
AKP/Saray rejimi ve ortaklarının ‘beka sorunu’, ‘milli birlik ve beraberlik’
maskesi altında krize olan tepkileri minimalize etme uğraşlarının yoğun olduğu
bugünkü siyasal konjonktürde geçinemiyoruz çığlığının bir ekonomik yeterlilik
talebi değil toplumsal muhalefetin bütün bileşenleri ile birlikte işçi
sınıfının sinir uçlarında biriken hareketin akacağı bir politik yatak ve
sıçrama tahtası olduğunu vurgulamak genel kabul görmüş eğilimin yanlışlığını
açığa çıkarmak ve gerek üniversite gerekse memleket siyasetinde pozisyon alış
açısından oldukça önemlidir.
Artan intiharlar ve ekonomik kriz
Geçinemiyoruz sesi memleketin dört bir
tarafında, farklı biçimlerle ortaya çıkıyor. TBMM önünde kendisini ateşe veren
Sıtkı Aydın, cebinde 6 lira ile intihar eden atanamayan öğretmen, çocuğuna
pantolon alamadığı için yaşamını sonlandıran İsmail Devrim ve daha
sayamadıklarımız…
‘Geçim sıkıntısı’ nedeniyle meydana gelen intiharlar gerek havuz medyası
gerekse sosyal medyada bir bunalım ve ruh hali bozukluğunun sonucu olarak
görülüyor. Burada meydana gelen intiharları kendiliğinden ve dış faktörlerden
yalıtarak kişinin ruh hali ile açıklamaya çalışmak oldukça eksik ve hatalı
olacaktır. Bu intiharlarda kuşkusuz politik ve ekonomik etkenlerin doğrudan
ilişkisi yadsınamaz. Sonuç olarak intihar kendiliğinden meydana gelen bir
bunalım patlamasının sonucu olarak değil, bu bunalımı yaratan toplumsal,
kültürel, psikolojik, ekonomik ve politik etkenlerin biriktirdiği umutsuzluğun
sonucunda meydana gelen bir olgudur.
“Geçinemiyoruz ve Kadınlar”
Ekonomik krizin ülkede giderek baş gösterdiği bu süreçte genç işsizliğin önemli bir kısmını ‘yedek işçi ordusu’ olarak görülen kadın işsizliği oluşturmaktadır. Ocak 2019 verilerine göre kadın işsiz oranı 13.2 olup nerdeyse bu istatistiksel veri her üç kadından birinin işsiz olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Ola ki iş bulunduğunda ise güvencesiz ve esnek çalışma koşullarında sendikasız ve düşük ücretlerle çalışılıyor. Özellikle bu güvencesiz çalışma koşulları ve işssizliğin artması kadına yönelik şiddetin daha da artmasına yol açmıştır.
Bir yandan ucuz/yedek iş gücü olarak görülen kadın emeği, güvencesiz ve kayıtsız koşullarda sömürülerek ekonomik şiddet doğallaştırılmaya çalışılmakta diğer yanda da kadınlara yönelen cinsel, fiziksel şiddetin krizin, erkeklerde yarattığı stresin doğal bir sonucu olduğu düşüncesi yerleştirerek kadına yönelik şiddeti “normal” görme algısı yaratılmaktadır. Örneğin; kriz dönemlerinde “İflas eden baba, karısını ve çocuklarını öldürdü, sonra da intihar etti” gibi haberler boy göstererek erkek şiddeti; işsizlik, yoksulluk, maddi sıkıntılar, pahalılık gibi krizin verdiği vehametle normalleştiriliyor.
Bütün bunlar karşısında ‘geçinemeyen’ kadınlar olarak; işyerlerinde, kampüslerde, evde, sokakta erkek egemen sistemin yarattığı hiçbir koşulla GEÇİNEMİYORUZ!
‘Geçinemiyoruz’ ve Üniversiteliler
Memleketin emeğiyle geçinenleri, bu ülkenin üretenleri olarak içinde bulunduğumuz ekonomik kriz hayatımızın her alanına sirayet etmiş durumda. Kuşkusuz üniversiteliler de krizin bu etkisinden azade değil.
Bir üniversiteli okulu eğer borca harca
girerek bitirebilirse potansiyel bir diplomalı işsiz olarak mezun oluyor. Mezun
olmuş işsiz üniversiteliler, 2018’de Ajans Press’in TÜİK ve medya
yansımalarından derlediği bilgilere göre tüm ülkedeki işsizlerin yüzde 27’sini
oluşturuyor. Bu 830 bin civarı bir sayıya denk düşüyor. Yanılmayan matematik
bununla da sınırlı kalmıyor. TBMM’de İzmir Milletvekili Ednan Arslan’ın
üniversiteyi yarıda bırakanların sayısını öğrenmek için Milli Eğitim
Bakanlığı’na verdiği soru önergesine verilen cevap malum olanın ilanıydı: Son 5
yılda 1.100.000 öğrenci geçim sıkıntısı nedeniyle okulunu bıraktı veya
dondurdu. Bu sayı son 1 sene de ise yüzde 92’lik bir artış gerçekleştirdi!
Mezun olmuş işsiz üniversiteliler, buna geleceği çalınmış üniversiteliler de
diyebiliriz, kendi hayalleri ve çizmek istedikleri yol bir yana dursun, artan
işsizlik sebebiyle sistemin ücretli köleliğine maruz bırakılmakta ve bir
geleceksizliğe mahkum edilmekteler. Artan işsizliğin ve güvencesiz çalışma
koşullarının farkında ve muhatabı olan üniversiteliler bunların dışında siyasal
iktidarın kendi dar çıkarları doğrultusunda akademinin içinin boşaltılmasına
karşılık özgür, eşit, parasız, bilimsel bir üniversite talebiyle özetlenen
çözüm önerilerini yineliyorlar. Genel siyasal konjonktürün toplumun büyük
kesiminde olduğu gibi üniversiteliler açısından da parlak görünmediği açıktır.
Bir üniversitelinin en doğal isteklerinden olan sosyal kültürel aktiviteler,
spor faaliyetleri bu konjonktürde imkansız bir duruma gelmiştir. Bütün bunlara
eklemlenen ve son bir yılda yakıcılığını her taraftan açığa çıkaran ekonomik
krizin verdiği hayat pahalılığı ile artan yurt ev kiraları, göz ardı edilmeye
çalışılan yol yemek ücretleri üniversitelilerin sırtında taşıyamayacağı bir
yüke dönüşmüştür.
Malum olan bu kötü tablo ve her taraftan sıkıştığımız izlenimi veren görüntü dağıtılamaz değildir. Üniversitelilerin aklıyla, yaratıcılığıyla baş edemeyeceklerini her dönem de her fırsatta yaptıkları ile ortaya koyuyorlar. Onların baskıları, yasakları varsa üniversitelilerin kendi güçleri, sırtını her daim dayadıkları yaratıcılıkları var!
Geleceğimizi çalanlara bir kez daha söylüyoruz: Geleceğimiz yoksa korkumuz da yok!
Geçinemiyoruz! Geleceğimizi istiyoruz, alacağız!