AKP-SARAY ile Onurlu bir Barış Mümkün mü?

*Bu yazı Öğrenci Faaliyeti Dergisi’nin 0.sayısında yayınlanmıştır.

Kürt Halkının demokratik haklarını kazanmak için yıllardır çeşitli düzlemlerde verdiği mücadele, başlangıcı 2012 yılı kabul edilen Çözüm Süreci ile farklı bir yola girmiştir.

Süreç boyunca AKP’nin ikircikli, samimiyetsiz tutumuna hepimiz tanık olduk. İlk başta görüşmelerin yapıldığını dahi reddeden AKP, daha sonra Erdoğan’ın ‘Görüşme yapılmışsa da benim haberim yok!’ tavrı ile sürekli “her an cayabileceği bir noktada” tuttuğunun mesajını vermiştir.

 

Esasen AKP’nin bu ikircikli, samimiyetsiz tavrının altında yatan, sürecin muhatabı iki gücün beklenti­ lerinin sürecin en başından farklı olmasaydı. Tek tek bakalım…

 

AKP’nin bu süreci başlatmak istemesi esasen ‘Analar ağlamasın!’ mıydı? Öyle olmadığını düşünüyo­ruz. İlk akla gelen somut nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

 

  • İktidarına karşı en önemli muhalefet dinamikle­ rinden biri olan Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’ni sindirmek, ehlileştirmek, hiç olmazsa kontrol altına almaya çalışmak

 

  • Sermaye’nin küresel ve bölgesel ihtiyaçlarına uygun yeni bir yapılanma programını Kürdistan’a taşımak, bu programa direnecek dinamikleri baskılamak

 

  • Kürdistandaki seçmen dinamiğini bu yeni yapılanma programı eşliğinde neoliberal-islamcı siyasete entegre etmek

 

Peki Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’nin Çözüm Süreci’nden muradı neydi ? İlk elden demokratikleşme ile birlikte karşılıklı ateşkesin sağlanması ve devamında eşit vatandaşlık, anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve siyasi tutsakların serbest bırakılması temelinde Kürt Halkının sorunlarının anayasal boyutta çözülmesiydi.

 

Çözüm Süreci olarak adlandırılan dönem bu farklı yönelimlerin çatışması ve bu çatışmaların – kimi zaman silahlı- müzakeresiydi. AKP “ oyalama politikası” ile seçimleri baz alan bir takvim peşinde giderken, Kürt Ulusal Demokratik Hareketi, üzerin­ de anlaşılamasa dahi, müzakere konusu yaptığı başlıkları resmi siyasetin tanımasını sağlayarak siyaset alanını hiç olmadığı kadar genişletmesini bilmiştir.

 

AKP, -1920’lerden bu yana- Kürt Sorununun salt ekonomik problemlerden kaynaklandığını dile getiren, çözümü ise “güvenlikçi politikalar”da gören anlayışın günümüzdeki bayrağını taşıyor. Bu “ekonomik geri kalmışlık masalı” iki uçlu bir işlev görüyordu: hem TC’nin modernleştirici -siz inkarcı, imhacı, tektipleştirici olarak okuyun! – misyonunu vurguluyor hem de varolan direnişleri, ekonomik geri kalmışlık meselesini suistimal eden hainler olarak sunuyordu. Oysa Kürdistan’ın Tür­ kiye kapitalizmi içindeki konumu bir gerikalmışlık değil, o bölgeye Türkiye burjuvazisi tarafından biçilen misyonun sonucudur. Kürdistan’da aile ve aşiret bağlarının emek piyasasının oluşumundaki rolünü de bunun bir uzantısı olarak görmek gerekir. Aynı aileden ya da aşiretten olma sınıf çatışmasını perdeleyecek bir informal ilişki olarak ayakta tutul-du/tutuluyor. Bütün bunlara ek olarak, Kürdistanda 1990’lara kadar kentsel sermayenin nüfuz edemedi­ ği alanlar sermaye açısından yeni kentsel rant alanı oluşturdu/oluşturuyor. Yukarıda bahsettiğimiz böl­ geye yönelik “yeni yapılanma programı”nın önemli bir ayağını bu rantların tahsisi oluşturmaktadır. AKP, 1990’larda radikalleşen Siyasal İslamcı hare­ keti, AB çizgisinde bir neoliberalleşme programına ikna ederek massettme projesiydi. Çözüm Süreci ise benzer bir massettme programının, AKP tarafın­ dan, Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’nin tabanı için uygulamaya konmasıdır.

 

*

 

Kürt Ulusal Demokratik Hareketi, -esasında Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren- en temelde Kürt kimliğinin ve kolektif haklarının tanınması, Kürtçe üzerindeki yasakların kalkması ve Kürtçe eğitim hakkının kazanılması perspektifiyle mücadele yürütmüştür. Bu Kürt Halkı’na yönelik asimilasyon/ inkar politikalarına, devletin Türk ve Sünni kimliği­ ne dayalı ‘tek’çi anlayışına son verilmesi programıdır. Çözüm süreci de bu programın, günün şartla­rında uygulamaya konma hamlelerinden biriydi.
Anayasanın 66.maddesinde geçen

 

‘’Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı bulunan herkes Türk’tür” ifadesi tekçi zihniyeti en açıkça yansıtan maddeydi.

 

Bu madde Kürt Halkı dahil olmak üzere tüm Anadolu halklarının kimliklerinin anayasada redde­ dilmesi anlamına da geliyordu. Farklı etnik kimliklerin oluşturduğu Anadolu Halklar’ı arasında ayrımcılık yaratmanın bir devlet politikası olduğunun açık göstergesiydi. KUDH’nin talebi, etnik kimliğe bakılmaksızın bir vatandaşlık tanımının olması gerektiğiydi.

 

Çözüm Süreci’nde, KUDH’nin en önemli taleplerinden biri de anadilde eğitimdi. Hem anadilde eğitimin hem de Kürtçe üzerin­ deki çeşitli yasaklarla hedefle­ nen kollektif Kürt kimliğini yok etmek, onu folklorik bir öğeye indirgemektir. Dil sorununa eklemlenen bir diğer konu ise il ve ilçelerin eski adlarının kaldırması, Türkçe yeni isimler konulmasıdır. Köylerin Kürtçe isimlerinin geri verilmesi de Kürt Hareketi’nin talepleri arasındaydı. Çünkü siyasi mücadele aynı zamanda tarihsel hafıza üzerinde yürüyen bir mücadeledir.

 

Çözüm Süreci yeni anayasa ile beraber bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşme­ sini hedefliyordu. 21 Mart 2013 Diyarbakır Newroz’unda okunan Abdullah Öcalan’ın mektubu, hem ‘Misaki Milli’yi dillendirerek ortak ülke vurgusu yapıyor hem de demokratikleşme ile beraber, birliğin ve kardeşliğin sağlanması gerektiğini belirtiyordu.Kürt Hareketi demokratikleşme adımlarından biri olarak yerel yönetimlerin güçlendirilmesini -yetkilerinin arttırılmasını ve bütçenin yerelde kalmasını görüyordu. Tek merkezden ilerleyen sistemin halkın katılımını zorlaştıracağını, yerel yönetimlerin halkın sorunlarının, ihtiyaçlarının karşılanması durumunda daha etkili olabileceğin savunuyordu. Bunu sadece Kürdistan’a yönelik değil, Türkiye’nin bütününe yönelik bir politika olarak savunuyordu. Çözüm Süreci’ndeki önemli aşamalardan biri de Oslo Görüşmeleridir. AKP-Cemaat ittifakının çatladığı ilk defa Oslo Görüşmeleri’nin sızdırılması meselesiyle gün yüzüne çıkıyordu. AKP, Cemaate bıraktığı yargı ve emniyeti, kendi politikalarının karşısında buluyordu. Cemaat’in buradaki tavrı, ortağı olan AKP’nin, Kürt Halkı içinde oy desteğini arttırarak, Cemaat’i bütünüyle saf dışı bırakacak politikalar gerçekleştir­ me tehlikesine bir cevaptı. KCK operasyonlarında tutuklanan insanlar da bu çatışmanın ilk kur­ banlarıydı. Barışa gitmesi umulan Çözüm Süreci, AKP-Cemaat kirli ortaklığından payını almıştı.

 

*Bu dönemde PKK silahlı güçlerini ülke dışına çekmeye devam ediyordu. Ancak hükümetten beklenen adımlar gelmeyince, PKK 9 Eylülde, geri çekilmeyi durdurduklarını ilan etti. Buna karşılık iktidar 30 Eylülde bekle­ nen adımın atıldığını söyleyerek ‘Demokratikleşme Paketi’ni açıkladı. Kürdistandaki bazı köylerin eski isimlerinin geri verilmesi, Öğrenci Andı’nın kaldırılması, ‘’x,w,q” harflerinin kullanımına izin verilmesi gibi maddeleri içe­ ren paket, Kürt Halk’ının hiçbir temel ve anayasal hak talebini karşılamıyordu. Dikkat çeken bir madde daha vardı: anadilde eğitim talebinin karşılanması konusunda ‘özel okullarda’ ana­ dilde eğitimin izin verilmesinden söz ediliyordu. Emekçi/yoksul Kürdistan halkının çocuklarının anadilde eğitimine izin verilmezken, sermayeyle ortaklaşan özel okullarda bu hakkın verilmesi AKP’nin neoliberal politikalarının güzel bir özetidir..

 

*

 

Türkiye’de Süreç böyle devam ederken, Suriye’de savaş derinleşiyordu. YPG Rojava’da ilerleyişini sürdürdü ve PYD Ocak 2014’te demokratik özerklik ilan etti Türkiye’deki yandaş medya bu durumdan hiç hoşnut değildi. Bunu da gizlemiyordu. Ekim 2014’te IŞİD Kobani’yi kuşattı. IŞİD’in Ko-bani’yi kuşatmasıyla, AKP açıkça Kobani’nin düşmesi için gün saydı. IŞİD her geçen gün Kobani’de kontrolü sağlamaya yaklaşırken, Türkiye’den Kobani’ye açılması istenen yardım koridoru açılmıyordu. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ‘Kobani halkı için sokağa çıkmaya davet ediyorum!’ diyerek IŞİD zulmü­ ne direnen ve direnişe Türkiye’den destek veren herkesi sokaklara çağırdı. 6-7-8 Ekim Olayları olarak Türkiye tarihine geçen bu yürüyüşler, Türkiye’deki IŞİD işbirlikçilerinin hedefine oturduldu. Çıkan çatışmalarda 52 kişi yaşamını yitirdi. IŞİD’in ve işbirlikçilerinin bu ülke için ne demek olduğunu Suruç Katliamı’yla baş­ layan süreçte hepimiz gördük. Daha 2014’te, IŞİD’e karşı sokaklara dökülen ve canı pahasını mücadele edenleri bir kez daha saygıyla anıyoruz. Selam olsun!

 

Çözüm Süreci’nde yeni adımlar atılması için KUDH, Öcalan’ın hazırladığı 10 maddeyi AKP’nin kabul etmesini ve pratiğe dökmesini şart koşuyordu. Silahların tamamen bırakılması için ön koşul bu 10 madde idi. Daha sonraları “Dolmabahçe Mutabakatı” adı verilecek bu maddeler çerçevesinde, Dolmabahçe Sarayı’n-da HDP’li yetkililer ve iktidar bir araya geldi, kameraların önünde karşılıklı sözler verildi. Bütün bunlar olurken, 7 Haziran 2015 seçimlerine gidildi. 7 Haziran seçimleri’nde AKP tek başına iktidar olacak oy oranı ve milletvekili sayısına ulaşamadı. HDP’nin “Türkiyelileşme” projesinin başarısı ve bunun sandığa yansıması AKP’nin yenilgisinin birinci nedeni olarak görüldü. Ancak HDP’nin barajı aşamaması durumunda AKP mutlak iktidarını yeniden sağlayabilirdi. Durum böyle olunca AKP’nin HDP’yi ve Kürt Halkı’nı karşısına alması uzun sürmedi. Buna ek olarak, Rojava’ya askeri müdahale söylemleri ve ardından KCK’den gelen karşı yönde açıklamalarla birlikte çatışma döneminin ayak sesleri duyulmaya başladı.

 

Haziran seçimlerinin hemen ardından Tem­ muz 2015’te Suruç’ta IŞİD tarafından yapılan, ancak devletin parmağının ne kadar işin içinde olduğunun hala bilinmediği bir bombalı saldırıda, 34 devrimci genç, IŞİD zulmüne karşı hayatta kalmaya çalışan Kobani halkına destek vermek için Kobanili Kürt çocuklara getirdikleri oyuncaklarla birlikte hayatlarını kaybettiler. Çözüm süreci olarak adlandırılan ve Kürt Hareketi’nin legal/parlamenter ayağının güçlenmesinin son aşaması olan Haziran seçimlerinin getirdiği bahar havasının sona erdiği ve önümüzdeki dönemin çok daha kasvetli olacağı bu patlamayla ortaya çıkmıştı.

2015 yazından 2017 Şubatına kadar Türkiye’nin politik atmosferi, tüm yaşayan saldırılar, Kürdistan’da sivillerin ölümüne yol açan devletin olağanüstü hal “tedbirleri,” Cizre’deki bodrumda katledilen siviller, Türkiye’nin batısında yine sivillerin ölümüne yol açan bombalar, baskılar, gözaltılar, işkenceler, Çözüm Süreci’nin insanın içine oturur bir benzetmeyle buzdolabına kaldırılmış olmasının yansımalarıydı. 2016 yazında meydana gelen darbe girişiminin bastırılması ile iktidar, tüm bu devlet terörünü uygulayabileceği OHAL için kendine bir altyapı da sağlamayı başardı. Kürt Halkı’nın demokratik taleplerinin tartışıldığı bir toplumdan hem Kürdistan’da hem de Türki­ ye’nin batısında hayatta kalma endişesinin hâkim olduğu bir topluma geçiş, iki sene gibi çok kısa bir sürede meydana geldi.

 

Başkanlık referandumu ile daha da otoriterleşecek bir yönetimin tartışıldığı bugünler­ de, barış talebi hiç olmadığı kadar acil bir şekilde savunul-malıdır. Bu talep ilk olarak, tüm

Sivillerin hayati tehlike altında yaşamalarının önlenmesi için gereklidir. Bunun dışında, siyasetin dilinin demokratik alana çekilmesi için de barış esastır. Siyasetin parlamenter sınırlar içine hapsolması hiçbir devrimci gelenek tarafından benimsenmez. Ancak günümüz Türkiyesi’ndeki şiddet sarmalı devrimci bir şiddet değildir ve Anadolu coğrafyasında yaşayan hiçbir halk için uzun dönemde fayda getirmeyecek­ tir. Savunulan bu barış talebi hiçbir şekilde, var olduğu şekliyle Çözüm Süreci’nin geri dönüşünü bekleme anlamına gelmemektedir. AKP’nin iktidar kaygılarıyla şekillenmiş bir sürecin sonuçsuz kalacağı çok beklenmedik bir son olmamıştır.

 

 

Barış talebiyle dile getirilen çözüm, halkların kendi inisiyatifleriyle en alt katmandan ilmek ilmek kuracakları bir çözüm olacaktır. Ancak böyle bir çözüm yaşanan bunca acıdan sonra halkların bir arada yaşamasına olanak verecektir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir