İRAN’DA YÜKSELEN ‘ÖZGÜRLÜK’ DİRENİŞİ
Takvimler 17 Eylül’ü gösterdiğinde İran’da bir özgürlük ateşi yakıldı:
Jin Jiyan Azadi!
Zen Zendegi Azadi!
Kadın Yaşam Özgürlük!
İran’ın Rojhilat bölgesinde yaşayan 22 yaşındaki Jina Mahsa Amini, “ahlak polisi” olarak bilinen İrşad devriyeleri tarafından “başörtüsü kurallarına uymadığı” gerekçesiyle gözaltına alındı. Gözaltında uygulanan işkence sonucunda hastaneye kaldırılmasının ardından yaşamını yitirdi. Mahsa Amini’nin katledilmesinden hemen sonra İran’da mevcut rejimin inşa edildiği 1979 yılından bu yana ilk defa kadınlar öncülüğünde bir ayaklanma başladı. İran’da yaşayan halklar otoriter İran rejimine ve rejimin güvenlik aygıtlarına karşı sokaklardan kampüslere oradan da işçi grevlerine kadar geniş bir direniş hattında buluştu. Farklı toplumsal kesimleri birleştiren unsur ise mevcut rejimi ortadan kaldırma umudunun örgütlenmesi oldu. Bu umut; Tahran’da bir ateş, Rojhilat’ta bir barikat, Tebriz’de bir slogan olarak rejimin karşısına dikiliyor.
Öğrenci Faaliyeti olarak İran rejimi döneminde yaşanmış en uzun direniş özelliği taşıyan bu ayaklanmanın gidişatını, geleceğe dair neler gösterdiğini ve öğrenci-gençliğin eylemlerdeki rolünü İran Uzmanı ve Siyaset Bilimci Arif Keskin ile konuştuk.
Ceyda Bostancı: Mahsa Amini protestoları ile İran’daki direnişin 4. ayına girdik. Bu protestoların çeşitli bölgelerde devam ettiğini görüyoruz. İlk olarak Mahsa Amini protestolarından önceki süreci sormak isteriz, İran’daki direnişin bu aşamaya geleceği öngörülebiliyor muydu? Bugüne kadarki süreçten biraz bahsedebilir misiniz?
Arif Keskin: Dilerseniz öncelikle bir çerçeve çizeyim. Bakınız 1979’da gerçekleştirilen İran Devrimi bugünkü kadınları ve gençleri anlamak açısından önemlidir. 1979 İran Devrimi’nin ardından kurulan İslam Cumhuriyeti’ndeki yöneticilerin kastı dini hem devletin kurallarını hem toplumun hayatını belirleyecek şekilde kullanıp -devlet aygıtı olarak- kuralları belirleme ve denetleme yetkisini elde bulundurmaktı. Bu doğrultuda yöneticiler, insanların nasıl giyineceğine ne yiyeceğine ne içeceğine nerede ve nasıl gezeceğine dair ayrıntılı bir eylem programı hazırladılar. Örneğin erkekler için jiletle sakal kesmeyi yasakladılar, kot pantolonu yasakladılar, saç uzatmayı yasakladılar, kadınlar için zaten tesettür zorunlu hale getirildi, toplumsal alanda eğlence yerleri ve içkili yerler kapatıldı. Ramazan ayında dışarıda yemek yediğiniz takdirde kırbaçlandığınız bir düzen oluşturuldu. Bu düzenle birlikte toplum ve devlet arasında yaşam tarzıyla ilgili problemler oldu. Çünkü toplum devletin ona dayattığı yaşamı kabullenmek istemedi, bu kabullenmeme durumunun yarattığı kriz Mahsa Amini sürecinde patlak verdi. Protestolarda dile getirilen özgürlük talebinin arkasında 1979’dan bugüne kadar gelen bir baskı ve bu baskının farklı zamanlarda küçük çaplı da olsa geniş yıkımlara yol açan yansıması bulunmaktadır. Bahsettiğimiz baskı hali boşanmalara, intiharlara, ülkeden kaçmalara, kadınların hayatlarının altüst oluşuna sebep olmuştur. Mesela İran’da lise öğrencisi genç kızların kendilerine zarar verme oranları ciddi şekilde yüksektir.
Buraya kadar meselenin tek yönünü ele aldık, Mahsa Amini olayı sadece kadınların alanıyla ilgili değil aynı zamanda ülkenin ekonomik anlamda başarısızlığıyla da ilgili. Mesela 1979 İran Devrimi eşitlik, adalet, özgürlük söylemini temel almıştı fakat 1979’dan sonra kurulan düzen eşitliği de adaleti de özgürlüğü de sağlamadı. Refahtan yoksun, yoksul bir toplum ve başarısız bir devlet aygıtı oluşturdu. Bu başarısız devlet aygıtı kadınların hayatını ilgilendirmekle kalmadı, arkasında ülkenin bitki örtüsünden tutun insanların hayatlarını ilgilendiren birçok alana dair bir yığın çözümsüz sorun bıraktı. Aslında biz şu anda 1979’dan günümüze kadar kümülatif olarak onlarca yüzlerce sorunun sokaktaki yansımasını görüyoruz.
Ceyda Bostancı: Daha öncesinde de rejim tarafından kadınlara şiddet uygulandığını görmüştük. Bu eylemin çıkışındaki özgünlüğü hangi koşullar yarattı?
Arif Keskin: Bu eylemin tarihsel arka planından biraz önce bahsettim ama sürecin somut, özellikle de gençlerle ilgili tarafından da bahsetmek isterim. Bakınız İran 2005’te kapsamlı örtünme iffet planı hazırladı. Bu plan, devlet eliyle zorunlu örtünme çerçevesi içerisinde örgütlendi. Spordan sinema endüstrisine kadar zorunlu örtünme temel alındı. Mesela İran filmlerinde görürsünüz kadınların saçının gözükmesi, erkeklerle kadınların el ele olması yasak. Açılacak spor alanlarında da zorunlu örtünme 2005’ten sonra daha baskın hale geldi.
Uydu televizyonlarının ortaya çıkmasıyla toplumsal bilinç de ciddi bir biçimde arttı, insanlar kendi yaşam tarzıyla dünyadaki yaşam tarzını karşılaştırma olanaklarını elde ettiler. Bu sosyal şebekenin varlığıyla birlikte İran İslam Cumhuriyeti’nin içerisindeki çelişkiler ve tutarsızlıklar daha görünür hale geldi. Bu gelişmelerin tümü gençlerin bilincini etkiledi. Bakınız İran İslam Cumhuriyeti “Amerika’ya ölüm!” diyor, şu an sokakta slogan atan genç kızları Amerika’ya bağlıyor. Ama mevcut verilere göre İran yetkililerinin 6500 çocuğu Avrupa’da ve Amerika’da eğitim alıyor. Bu çocukların Avrupa’da ve Amerika’da eğitim alması da İran’daki gençleri ciddi biçimde etkiliyor. Gençler “Nasıl olabiliyor bu? Biz burada yoksulken, fakirken, öğrenim imkanı bulamazken bu çocuklar orada nasıl eğitim alabilir? Bize burada saçın şu kadar gözükecek veya gözükmeyecek baskısı yapılırken senin evladın nasıl Amerika’da Avrupa’da hayatını sürdürebilir?” diyor. Rejim bu şekilde ikiyüzlülüğünü gençlere göstermiş oluyor. Gençler bu rejim içerisinde geleceklerine dair umuda sahip değiller ve bu umutsuzluk onların hayatla olan ilişkisini ciddi bir biçimde etkiliyor. İranlı gençlerin geleceğe dair umutlarının olmaması, hayatla ilişkilerinin kesik olması ve sürekli kendilerini kötü hissederek yaşamaları onların karakteristik özelliği haline gelmiştir. Gençler hayatlarının her alanında kendilerini aşağılanmış görüyor.
2005’ten sonra ortaya çıkan İrşad Devriyesi ve ahlak polisi kadınlara ciddi oranda yanlış davranışlarda bulundu, kadınların birçoğu İrşad Devriyesi tarafından tacize uğradı. İrşad Devriyesi tarafından karakola götürülen insanlar başlarına ne geleceğini bilmediklerinden dolayı korkuya kapılmaktaydı. Ahlaksızlığın ta kendisi olarak görünen ahlak polisi kadınları hayatlarının her alanında tedirgin etmekteydi, bu tedirginlik kamusal alandaki hayatı şekillendiren bir unsur haline gelmişti. Nihayetinde baskılanma durumu öfkeyle karşılık buldu. Mahsa Amini’den önce de öldürülen birçok kadın vardı fakat toplum tüm bilinciyle Mahsa Amini ile bir tür özdeşlik kurdu. “Onun yerinde ben de olabilirdim, benim kardeşlerim de olabilirdi, benim kızım da olabilirdi…”denildi. Bu özdeşlik 1979’ dan günümüze öfke olarak sokağa yansıdı, biz bunu Mahsa Amini’de görmüş olduk.
İrşad Devriyeleri özellikle 1980’den sonra sokakları dolaşıp insanların hayatını denetleyen kurumlar oldu. Zaman içinde isimleri değişse de farklı kurumlar hep sokakta insanların yaşamını denetlediler, hep vardı bu kurumlar. İrşad devriyesi 2005’te oluşturuldu. Biraz önce dediğim gibi 2005’te kapsamlı iffet ve örtünme planı hazırlandı. Bu plan çerçevesinde İrşad Devriyesi de harekete geçti. İrşad Devriyesi’nin asıl amacı sokaktaki insanların kılık kıyafetlerini denetlemek, “kurallara uygun olmadığı” takdirde uyarmak ve bir şekilde de onları karakola götürüp onlarla konuşmak şeklinde özetlense de polisin bir parçası olarak hareket ettiği için hep şiddetle özdeşleştirilerek günümüze kadar geldi.
Ceyda Bostancı: İrşad Devriyesi ile ilgili 2005’i vurguladınız, bu yapının oluşumuna 2005’te neden ihtiyaç duyuldu? 1979 İran İslam Devrimi’nden sonraki sürece baktığımızda 2005’te rıza üretmez hale gelindiği için mi İrşad Devriyesi diye bir organ oluşturulmaya çalışıldı?
Arif Keskin: Evet, 1979’dan sonra zaten böyle bir kapanma vardı ama 2005’ e gelince İran rejimi başarısız olduğunu fark etti. Aslında sekülerleşmeyi sokaklarda, caddelerde daha fazla görmeye başladı. İran rejiminin hayal ettikleri sokakta gördükleri değildi. Hayal ettiği kadınların daha fazla kapanmasıydı ama 2005’e gelindiğinde kadınların hayatlarının köklü olarak değiştiğini gördü. Özellikle de 1997’den sonrasını düşünürsek, 1997’de İran’da reformcu Muhammet Hatemi iktidardaydı. Reform ve bereket döneminde biraz da olsa bu baskı gevşetilmişti o nedenle kamusal alanlarda caddelerde, sokaklarda rejimin kılık kıyafet anlayışına uygun olmayan görüntüler oluşmuştu. Bu sebeple 2005’te yeniden İrşad Devriyesi’ni ortaya çıkardılar. Yani aslında 2005’te iflaslarını gördüler ve bu iflaslarını durdurma, toparlama kararı aldılar.
Ceyda Bostancı: Birçok kaynaktan da sizin yazdığınız yazılardan da gördüğümüz kadarıyla Mahsa Amini eylemlerine kadınların öncülük ettiğini söyleyebiliriz. Kadınların öncülük etmesinin eylemin yaygınlaşmasına dair herhangi bir etkisi oldu mu? Sıkça duyduğumuz bir slogan olan “Jin Jiyan Azadi “sloganını İran’da Kürtçeye yönelik baskıcı ortamın oluşmasına bir tepki olarak değerlendirebilir miyiz?
Arif Keskin: Öncelikle şunu söyleyeyim, Türkiye’de Jin jiyan azadi sloganı kullanılıyor fakat İran’da Jin jiyan azadi kullanılmıyor Jin jiyan azadi’nin Farsçası olan Zen zendegi azadi kullanılıyor, buna daha sonra değineceğim.
Kadınların öncü konumda olmasının etkisi tabii ki oldu, özellikle genç kızların alanda olması insanları daha fazla etkiledi. Nasıl etkiledi insanları? İran rejiminin adamlarının “Genç kızlar oraya geldiyse sevgilisiyle gelir” ya da “Gençler oraya arkadaş gruplarıyla gelir” şeklinde söylemleri var. Doğru, aslında lise arkadaşlığın güçlü olduğu bir dönem ve doğal olarak bu durum arkadaş gruplarını eylem alanına çekebilir ama ben meseleyi bu kadar basite indirgemememiz taraftarıyım. Eylemlere kadınlar öncülük etmiş olsalar da sadece kadınlar değil gençler de cesaretleriyle, geri adım atmamalarıyla, direnmeleriyle, vazgeçmemeleriyle toplumu etkiledi. Aslında bir yönüyle İran İslam Cumhuriyeti gibi otoriter rejimlerin temeli korkudur. Korkutarak var olabilirler. Kadınların cesareti korku ortamının belli bir derecede zayıflamasını sağladı. Bu zayıflama da sürece daha fazla insanın katılmasına zemin hazırladı. İkinci önemli unsur Mahsa Amini olayının kadınların hepsinin problemi olmasıydı. Kız çocuklarının, gençlerin güvende olmamaları bütün ailelerin problemidir, bütün insanların vicdani ve ahlaki problemidir. Aileler “Öyle bir düzen kurduk ki kendi kız çocuklarımız bile doğru düzgün yaşayamıyor.” diyerek aslında kız çocuklarının yaşadığı her problemde kendilerini sorumlu görüyorlardı. Bundan dolayı meselenin vicdani etkisi de söz konusuydu kızların alana gelmesinde. Genç kızların alanda olması İran İslam Cumhuriyeti’nin gerçek yüzünü daha çok gösterdi. Gösterilerin ilk günlerinde öldürülen kızların hepsi 17 yaşından küçüktü. Dünyanın kurtuluşu benim elimdedir diyen bir rejim gencecik kızları tesettüre girmek istemediği için öldürdü, bu hem dünyada hem İran’da ciddi sarsıntı yarattı. Kadınlar alana gelerek o karanlık gerçeği açığa çıkarmışlardı.
Protestolardan önce insanların İran’a bakışı farklıydı ama bu olaylar insanların gerçeği görmesini sağladı. Devletin içindeki insanları da vicdanen derinden yaraladı Mahsa Amini’nin ve genç kızların ölümü. Bunun izah edilecek bir yanı yok bu gençler terörist değillerdi. Özellikle kadınların öldürülmesi ve alanda olmalarının etkisi de çok daha büyük oldu.
Aslında kadın özgürlüğü toplumsal özgürlüğün önemli ölçütlerinden biridir. Demokrasinin de özgürlüğün de toplumun kalitesinin de en önemli ölçütlerinden biri ; kadınların yaşamları, özgürlük durumları ve iş alanında ne yaptıkları gibi unsurlardır. Kadınların kararlılıklarını sürdürmeleri başka grupların alana katılmasına fırsat yaratmış oldu.
Ceyda Bostancı: Sizin de söylediğiniz gibi gittikçe büyüyen protesto eylemlerini bastırmaya çalışan rejim daha büyük bir tepkiyle karşılaştı. Türkiye’den örnek verecek olursak 2013 yılında Gezi Parkı Eylemlerinde aynı tepkiyi Türkiye’de de görmüştük. Bir sokağa çıkış, bir protesto vardı. Yine aynı şekilde rejim tarafından bastırılmaya çalışıldıkçatoplum tarafından daha çok sahiplenilmişti. İran’da da direnişlerin artması polis şiddetiyle eşdeğer miydi? Mahsa Amini protestolarında birçok insan öldü bu durum insanların sokağa çıkmasına engel olmadı aksine direnişin artmasını da sağladı desek doğru olur mu?
Arif Keskin: Aslında polisin şiddeti protestoların yayılmasını sağladı. Mahsa Amini’nin öldürülmesinden sonra polis süreci doğru düzgün yönetseydi belki bugün böyle bir olayla karşı karşıya kalmazdık. Polis şiddetinin en önemli örneği olan Belucistan’da “kanlı cuma” dedikleri bir gün 90 kişiyi öldürdüler. Aslında Belucistan’daki protesto gösterileri Mahsa Amini ile ilgili değildi, Rask’ta bir polis müdürünün genç bir kıza tecavüz etmesi protesto ediliyordu. 90 kişinin öldürülmesinin ardından şu anda Beluciler islam rejimini affettirmiyor; şiddet bitirmiyor, korkutmuyor tam tersine körüklüyor. Dikkat ederseniz öldürülenlerin bir, üç, yedi ve kırkıncı günleri ritüele dönüştürülmüş, mezarlık ziyaretleri protesto haline gelmiş. Ölen insan öldükten sonra hangi kentten olursa olsun oradaki insanların önemli bir bölümü protestolara katılıyor. İran toplumu köklü olarak değişmiştir. Öldürmeyi affetmiyor, bir kişinin öldürülmesinin ardından onlarca kişi geliyor. İran yönetimi de bunu fark etmiş durumda ve korkuyorlar. Yönetimin uyguladığı şiddet olayları bitirmiyor tam tersine büyümesini ve yayılmasını sağlıyor.
Ceyda Bostancı: İran’da öğrencilerin bu eyleme katılmalarının temelinde gelecek kaygısı olduğu vurgusunu yapmıştınız. Özellikle merak ettiğimiz şeyler var. Birçok üniversiteden öğrencilerin marşlar söylediğine, sokağa çıkıp protestolara greve destek verdiğine tanık oluyoruz. Bu örgütlü bir şey mi yoksa direniş kendiliğinden mi ortaya çıktı?
Arif Keskin: Aslında bu protesto örgütsüz ve lidersizdi. Belli herhangi bir ideoloji içinde tanımlayamayacağımız parçalı,örgütsüz, amorf, çoğul, birbiriyle organik ilişkide olmayan çok farklı kesimlerin bir araya geldiği bir hareketti. Bu durum üniversitede de böyledir. Üniversitelerde de örgütlülükten ziyade kendiliğinden ortaya çıkan parçalı, dağınık ve fakülte bazlı bir hareket görüyoruz. Bu hareketin üniversitelerdeki özgünlüğü de budur. İran tarihine baktığımız zaman üniversitelerin her zaman politik ve dinamik bir yer olduğunu görüyoruz. İran’ın geleceğini öngörmek istiyorsak üniversitelere bakmamız gerekir. İran’ın geleceği üniversitelilerin talep ve görüşlerinden bağımsız değildir. Bugün üniversitelilerin İslam Cumhuriyeti’ni istememesi net olarak İslam Cumhuriyeti’nin geleceğinin olmadığına işaret ediyor. İran’da öğrenci hareketinin örgütlü yapıları olsa da toplumsal bağının da çok yüksek olduğunu görüyoruz. Öğrenci hareketi toplumun içindedir ve toplumun dışında olan bir öğrenci hareketi yoktur. Üniversite aslında bağımsız bir yer değil, toplumun bütün politik süreçleriyle karşılıklı etkileşim içindedir. Bu nedenle İran’daki üniversitelerin itirazları daha etkili oluyor çünkü hemen topluma yansıyabiliyor. Toplumla organik bir ilişki içerisindedir ve toplumsal bağı derindir, geniştir, yüksektir. Öğrenci eğilimleri toplumsal dinamizmin politik bir sürecin belirleyici faktörlerinden biri sayılıyorlar.
Ceyda Bostancı: Aslında söylediğiniz şeye örnek olarak 2019’daki zam protestolarına binaen yapılan üç günlük grevi örnek verebiliriz belki. Burada da üniversitelerden öğrencilerin çıkıp sokaktaki greve, direnişe destek verdiklerini görmüştük. Üniversite gençliği birtakım grevler özelinde sınıfsal bağ kuruyor mu? Toplumsal bir yerden anlattınız bunu fakat herhangi bir sınıfsal bağı var mı ya da böyle bir bağ kuruluyor mu bu tarz eylemlerle?
Arif Keskin: 2019’da akaryakıt fiyatına itiraz oldu. Çok büyük bir kıyım yapıldı, 1500’den fazla kişi öldürüldü. Bu İranlıların bilincine çok derin işledi. Öldürülenler daha çok işçilerdi bundan dolayı eylemler sadece öğrencilerin değil bütün protestocuların odağı haline geldi. İran’da öğrencileri sınıfsal olarak kategorize etmek biraz zor olabilir ama sonuçta öğrenciler kendi ailelerinin dışında farklı bir yerde konuşlanıyorlar, aile olarak nereden geldiğinden bağımsız olarak öğrencilik kimliğiyle tanımlanıyorlar.Öğrenci burjuva sınıfından da işçi sınıfından da gelebilir ama bütün bunların hepsi öğrencilik kimliği altında tanımlanıyor. Öğrenci gençlik hareketinde sol örgütler hep etkili olmuşlardır. Günümüzde de sol ve etkileri hala devam ediyor. Solun irandaki etkisi genelde özgürlük üzerinden.
Ceyda Bostancı:Üniversitelerde baskı ortamı çok yüksek ve bahsettiğiniz sol örgütler kendini ortaya koymaya çalışıyor. Bunun en yakın örneğini Boğaziçi’nde görmüştük. Bu örgütler hala var mı? Kampüslerde çalışmalarına devam edilebiliyor mu?
Arif Keskin: İran örneği Türkiye ve diğer ülkelerden daha farklı çünkü Türkiye’de ne kadar baskı olursa olsun örgütlülük durumu söz konusu. Neticede Türkiye örgütlü bir toplum fakat İran’daki örgütlülük kendiliğindendir. Burdan anlaşılması gereken şey solun önemi oluyor. Bugün Marksizm de Anarşizm de öğrenci gençlik hareketi için çok önemlidir. Bununla paralel olarak öğrencilerin genel şiarları özgürlük üzerine oluyor. Yani aslında öğrencilerin bugünkü özgürlük söylemi marksist literatürden farklı olarak daha çok liberal özgürlük üzerindendir. Bir şekilde bireyin kendi mukadderatını tayin edebilmesini talep ediyorlar. Devletin veya herhangi bir kurumun özgürlüklerini kısıtlamasını istemiyorlar. Bu taleplerin siyaset dilinde negatif özgürlük olarak adlandırıldığını bilirsiniz. Öğrencilerin talebi aslında negatif özgürlük.
İran’da özellikle kadınların ve gençlerin merkezinde bulunduğu eylemlerin sağ görüş etkisinde yapılan protestolar olduğu kanısında değilim, bunlar sol eylemlerdir çünkü ırkçı değildir, eşitlik ve özgürlük temellidir. Bu eşitlik hem insanlar hem kimlikler arasında -özellikle feminizm odaklı ve farklı ideolojilerin de içinde bulunduğu- bir durumdur. Yani burda sol denildiğinde kastım marksistler, sosyalistler değildir. Solu daha kapsayıcı olarak görürsek o zaman alanlarda her şeyden bir parça bulabiliriz.
Ceyda Bostancı: Bu Sorunun devamı olarak bir soru daha sormak istiyorum. Örneğin İspanyada “öfkeliler hareketi” denilen bir hareket toplumsal ayaklanmanın içerisinde bir siyasal organizasyon kurarak seçimlere dahil oldu. Fransada tam tersi bir örnek olarak “sarı yelekliler” farklı siyasal organizasyonlara dahil oldular. Sizce bu toplumsal ayaklanma bir siyasal organizasyon olarak kendini ortaya koyabilecek mi yoksa az önce anlattığınız daha kapsayıcı ve bütünlüklü bir ayaklama ve rejimin ortadan kaldırılması hedefli olarak bir siyasi organizasyon formunun temeli atılıyor denilebilir mi ?
Arif Keskin: Yaklaşık 70 gündür süren eylemlerin köklü bir rejim değişikliği istediği ortada. Aslında herhangi bir reform talebi yok. İran İslam Cumhuriyeti’nin yok edimesi, onun yerine daha farklı bir yönetim modeli getirilmesi isteniyor. Şu anda bazı konuları konuşmak için çok erken fakat şahsi düşüncem şudur:
Mahsa Amini’nin öldürülmesi döneminin iki farklı İran oluşturduğunu düşünüyorum. Bu cinayetin ardından biz İran islam Cumhuriyeti’nin son evresine girmiş olduk. Bu son evrenin ne denli zaman alacağı ayrı bir tartışma konusu. Biz şu an bu evrenin içerisindeyiz hatta başındayız. Sorunun ikinci kısmına gelirsek, İran’ın bugünkü siyasi konjonktürü tek bir organizasyonla birleşebilecek düzeyde değil. Çünkü öyle bölünmüşlüklerimiz var ki bunları tek bir çatı altına almak mümkün değil, hem politik hem de ideolojik görüşlerimiz çok farklı. Dinler mezhepler gibi etmenleri aynı çatı altına almak neredeyse imkansız. O nedenle bu eylem hareketi, içinden herkesi kuşatabilecek bir organizasyonun ortaya çıkması için uygun koşullara sahip değil. Aslında bu parçalı düşüncelerin ortaklaştığı bir nokta var o da “İran İslam Cumhuriyeti gitsin” talebi.
Toplumlar kategorik ret aşamasında birleşirler. Toplum çoğuldur ve İran’da başka şekilde bir araya gelmesi mümkün değildir. O yüzden İran’da toplum “İstemiyorum!” sloganında birleşti. Liberali de milliyetçisi de bunu savundu. Hayati olan öncelikli olunca diğer farklılıklar askıya alındı. İran İslam Cumhuriyeti yıkılıncaya kadar bu durum böyle gelişebilir.
Ceyda Bostancı: İran İslam Cumhuriyeti protestoları şiddet yoluyla bastırmaya çalışıyor. Rejimin şiddet haricinde rıza üretmek için atacağı adımlar var mı? Rejim reformlara girişir mi?
Arif Keskin: Rejimin içinde çok farklı görüşler var. Aslında toplumsal rızayı genişletip üreterek devam edelim diyen çok sayıda grup var. Yönetimi elinde bulunduran çekirdek güce baktığımızda onlar bu protestoların hepsini yabancıların kurgulandığını ve sokağı dinlemenin herhangi bir anlamı olmayacağını, protestoların bastırılması gerektiğini düşünüyor. Bugünkü yönetim toplumsal uzlaşma konusundan ziyade bastırmayı önceliyor bu nedenle süreç sertleşerek devam ediyor.