KIRIK LÜBNAN- SULEIMAN MOURAD

Çeviren: Lizge Biter

Doğu Akdeniz biliminde (bazen İsa’ya atfedilen) şöyle bir söylem vardır: “Yiyeceklerin çürümesini önlemek için tuzla müdahale edilir ama tuz bozulmuşsa başka bir çaresi yoktur.” Lübnan’da bu özdeyiş kendini bazen yanlış bazen de doğru olarak kanıtladı. Şu anki ekonomik krize endemik yolsuzluk sebep oldu ancak çözümü de yine endemik yolsuzluk olarak gözüküyor.

Lübnan’ın Ekim 2019’dan beri deneyimlediği şey felakatten başka bir şey değil.  Ekonominin çöküşü ülkede, kitlelerin hesap verilebilirlik ve reform talepleriyle alanları doldurmasıyla karşılandı. Fakat birleştirici bir görüşün eksikliği nedeniyle birkaç hafta sonra bu hareketlilik çaresizliğe ve karamsarlığa büründü. Daha sonra kriz, ABD Hazinesi ve Dışişleri Bakanlığı tarafından uygulanan haraç ve kanunsuz ambargo ile hızlandı. Salgının şiddetlenmesi ve işsizliğin artması ile Lübnan para birimi değer kaybetti. 4 Ağustos 2020’de Beyrut limanında meydana gelen ve yaklaşık 200 ölü, 8.000 yaralı ve on binlerce insanı evsiz bırakan devasa patlama tüm bunların üstüne geldi (Psikolojik ve çevresel zarardan bahsetmiyorum bile).

 Lübnan’ın şu an karşı karşıya olduğu felaketin kökleri on yıllardır süregiden kötü yönetime dayanıyor. 1990’daki iç savaşı sonlandıran 1989 Taif Barış Anlaşması, Lübnan’ın politik ve ekonomik sistemi için yeniden yapılandırma sözü verdi. Ancak bu yapılandırma, Orta Doğu için bir finans ve hizmet merkezi olarak Lübnan’ın İç Savaş öncesi rolünü canlandırmaya yönelik hayal ürünü bir plan etrafında yoğunlaştı. Bu görüşün mimarı olan eski başbakan Rafic Hariri, somut koşulların onu engelleyeceğini çok iyi biliyordu: 60’larda ve 70’lerin başında Lübnan’ın böyle bir rol oynamasına izin veren jeopolitik koşullar 90’larda mevcut değildi. Ancak yine de Hariri bu koşullardan etkilenmeden devam etti ve ülkeyi kendi ritmine göre dans ettirdi. Önemli politikacılara, finansörlere, güvenlik görevlilerine, din insanlarına ve medyaya nakit ödemeler ve başka jestler yapıldı. Hariri, herhangi bir ciddi direnişi dağıtabilmek için etrafını çeşitli ideolojik ve dini geçmişlerden gelen “danışmanlar” ordusu ile çevreledi.

Bir süreliğine, Hariri’nin rüyası gerçekleşecek gibi gözüküyordu. Ekonomi stabilleşti, para birimi mevkiini yeniden kazandı ve istihdam yükseldi. Beyrut şehir merkezini temizlemeye ve yenilemeye yönelik amansız dürtü, coşku dolu hatıraları, sevinç gözyaşlarını ve “Doğu’nun Paris’i” sevincini geri getirdi. İnsanlar 1975’ten beri görmedikleri, eski kafeleri ve meşhur meyve suyu barlarını andıran ya da bir zamanlar tüccarlar ve alışveriş yapanlarla dolu olan ara sokaklara akın etti. 16 yıllık iç savaştan sonra insanlar her şeyi arkasında bırakmaya ve ümit  vadeden geleceğe bakmaya istekliydiler. Ne yazık ki baktıkları, birçok sefaletin örtüldüğü, koreografi edilmiş bir geçmişti. İnsanlar, Hariri’nin projesinin gerçek bedeliyle yüzleşmemeye kararlıydılar.

1960’larda zenginlik ve fırsat arayışıyla Körfez’e giden birçok Lübnanlı gibi, Hariri de servetini Suudi Kraliyet ailesinin birkaç üyesiyle, özellikle de Kral olmadan önce Prens Fahd ile ilişkilenerek yaptı. Fahd, bir sırdaşından, Suudi hazinesinden kendi cebine milyonlarca dolar çekmesini istedi. Hariri ikiliye milyonlarca lira kazandıran bir iş imparatorluğu kurdu. Bu arada uluslararası hırsları onu Batı’da gelecek vadeden  politikacılar yetiştirmeye teşvik etti; en başarılı vakası, o zamanlar yeni ve dinamik olan Paris Belediye Başkanı Jacques Chirac’dı. 1995’te Chirac başbakan olduğunda Hariri’nin Batı’da kendisine her türlü kapıyı açabilecek güvenli bir müttefiki olmuştu. Bu iki dev – Fahd ve Chirac – tarafından desteklenen Hariri, Lübnan ekonomisine yeni projeleri finanse etmek için yeterince yatırım yapabildi: uluslararası havalimanını yenilemek, otoyolları ve alışveriş merkezlerini açmak, spor stadyumları inşa etmek vb.

 Yine de 2000 yılında Beşar Esad, Şam’daki tahtı devraldı. Esad’ın Hariri’ye karşı kişisel bir hoşnutsuzluğu vardı ve bazı Lübnanlı vekillerin yardımıyla anlayışlı iş insanının siyasi ve mali hırslarını baltalamaya kararlıydı. Aynı zamanda 11 Eylül’ün ardından ABD’nin bitmeyen saldırıları bölgeyi barut fıçısına dönüştürmüştü. Hariri’nin 2005’teki suikastı Lübnan ekonomisine büyük bir darbe vurdu çünkü Hariri’nin modernleşme vizyonunun tek garantörü yine Hariri’nin kendisiydi. Ölümünden kısa bir süre sonra, yerel siyasi sınıfın odağı yolsuzluk pastasını bölmeye kaydı. 2009’da Başbakan olan Hariri’nin oğlu Saad, siyasi arenayı yürütemeyecek kadar beceriksizdi ve mali düzeyde başarısız olduğunu kanıtlamış biriydi. Oysa Rafic’in ulusal vizyonuna ulaşmak için servetini ve bağlantılarını seferber etme iradesi vardı (ne kadar tatsız olsa da). Saad’ın ne tutarlı bir vizyonu ne de denizaşırı bir kaşesi vardı ve miras kalan servetinin çoğunu kötü yönetimiyle israf etti. Saad’ın tüm siyasi felsefesi 2 madde etrafında döndü: 1) Lübnan’daki tek geçerli Sünni lider olduğundan emin olmak için babasının mirasından yararlanma ve 2) tükenen kasasını Lübnan hazinesinden doldurma. Bu nedenle ülke, Hariri’nin ritmine göre dans etmekten, oğlunun giderek şişirilmiş ve kendi kendine hizmet eden kuruluşun ritmine göre dans etmesini izlemeye geçti.

Küçük Hariri’nin yönetiminde her yerden çıkan borçlar kontrol edilemez bir hal aldı, ülkeyi ve içindekileri bir felakete sürükledi. Ülkenin geniş yolsuzluk ağlarına sağlanan dış yatırım akışı durdu. Merkez bankası bir saadet zinciri oluşturdu. Politikacıların ve finansörlerin cebine para aktarıp canavarı beslemeye devam ederken en acil yükümlülüklerini yerine getirmek için daha fazla borçlandı ve patronaj sisteminin siyasi bir yıkıma dönüşmesinden korktu. Yüksek faiz oranları, Lübnanlıların çoğunu bir gün çökeceklerini bildiği halde mevduatlarını ülke içinde tutmaya itti. Eylül 2019’da ulusal borç 85 milyar doları aştı. O zamana kadar yerel bankalar, müşterilerinin mevduatlarının büyük bir kısmını (özellikle ABD Doları cinsinden olanları) Merkez Bankası’nın hazine bonolarına yatırmıştı ve artık geri alamıyorlardı.

Lübnan yolsuzluğunun dinamikleri Enerji Bakanlığı tarafından kontrol edilen ve düzenli kesintiler, kısıtlı dağıtım ile boğuşan elektrik sistemi tarafından mükemmel bir şekilde resmedildi. (Çoğu insan, ülke genelinde farklı mahallelerde jeneratörlerin sahibi ve işletmecisi olan “korumalı” özel yüklenicilerden günde birkaç saat elektrik satın almaya zorlanmaktadır.) Lübnan hükümeti, 2000 ile 2018 yılları arasında, iki büyük elektrik santralini çalıştırmak ve temel hizmetleri sürdürmek için yılda yaklaşık 2 milyar dolar harcadı. Yolsuzluk sistemi, doğrudan zimmete para geçirmenin yanı sıra, elektrik santrallerine şişirilmiş fiyatlarla eksik yakıt tedarik etmeyi, dolandırıcı sözleşmeleri ve bakım için aşırı faturalandırmayı, Enerji Bakanlığı’nda siyasi destekçilerin çalıştırılmasını, Türkiye’den yüzer enerji santrallerinin kiralanmasını ve lüks komisyonlar sağlamayı içerir. 2 milyar dolarlık bir yatırımın elektrik kesintilerini çözeceği ve yıllık elektrik maliyetini yüzde 50 azaltacağı tahmin ediliyor. Almanya ve Katar da dahil olmak üzere birçok uluslararası hükümet, Lübnan devletine sorunu çözmek için uygulanabilir planlar sağladı, ancak tavsiyeleri toptan reddedildi.

Böylesi kasıtlı sabotaj eylemleri yüzünden, Ekim 2019’da Merkez Bankası nihayet döviz rezervlerinde yetersiz kaldı ve özel bankalara veya uluslararası yatırımcılara geri ödeme yapamadı. Yığılan mali kriz artık tamamen ortadaydı. Müşterilerinin para çekme taleplerini karşılayamayan bankalar, çok küçük miktarlar dışında (özellikle hesaplar ABD Doları cinsinden ise) nakit ödemeleri tamamen durdurmaya karar verdiler. Bu arada, bazı zengin Lübnanlılar, mevduatlarının büyük bir kısmını Avrupa’daki hesaplara kaçırmayı başardı (bu rakamın 2019 Sonbaharından bu yana yaklaşık 4 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor). Bu açık deniz kaçakçılığına karışanlardan biri, şu anda İsviçre Başsavcısı tarafından onlarca veya yüz milyonlarca doları aklamaktan soruşturma altında olan Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riad Salame’dı.

İnsanlar 17 Ekim 2019’da sokaklara döküldüklerinde acil şikayetleri, yoksul yurttaşlara uygulanan baskının yanı sıra daha fazla gelir elde etmek için hükümetin uygulamak istediği ‘WhatsApp Vergisi’ydi. Ayrıca yozlaşmış siyasi sınıfın, özellikle Cumhurbaşkanı Michel Aoun’un damadı ve varisi olan Gebran Bassil’in devrilmesi çağırısında bulundular. Aoun’un Bassil’i dizginlemeyi açıkça reddetmesi durumu daha da kötüleştirdi. Hareket çığ gibi büyüdü ve protestolar arttı. İki hafta içinde Başbakan Hariri istifa ederek siyasi krize yol açtı. Göstericiler bir çare önerdiler: teknokratik bir hükümet. Ancak Lübnan’da temiz ve verimli teknokratlar nesli tükenmekte olan bir türdür; Ülkeyi doğru yöne yönlendirebilen ve sadece kendi paylarına düşen pastayı beklemeyen kalifiye insanlar bulmak zordur.
Kurulan hükümetin her düzeyde feci halde yetersiz olduğu ortaya çıktı. Covid-19 ve Beyrut limanında muazzam miktarda amonyum nitrat patlaması (orijinal kargo 2.750 tondu) mükemmel fırtınayı tamamladı: siyasi çıkmaz, mali kriz, salgın ve insani-çevre felaketi. Birçok insan artık Lübnan’ın yerel yolsuzluklarına tolerans göstermiyorlardı ya da öyle söylüyorlardı.

Ancak Lübnanlılar yoksulluğun kurbanıysa onlar da yoksulluğu mümkün kılanlardır. Shatara ve Harba’a olarak bilinen özellikler DNA’mızın bir parçasıdır. Hatara zekâ ve ustalık anlamına gelir; Harba’da Arapça bukalemun kelimesinden gelir: Durumun gerektirdiği şekilde renkleri değiştirebilen kişidir. Bunlar Lübnan’ın ekonomisini dibe vurduran elit dolandırıcıların ayırt edici özelliklerindendir. İronik bir şekilde, onlar aynı zamanda, ülke uçurumun kenarındayken gayri resmi süreçlere ve düşük seviyeli yolsuzluğa güvenmek zorunda olan birçok sıradan vatandaş için bir can damarıdır. Siyasi ve finansal suistimali protesto ettiği ortaya çıkanların birçoğu, küçük ölçekte de olsa yolsuzluk kurumlarına yatırım yapmıştır.

Shatara ve Harba’a her aşamada kendini gösterir. Özellikle kamu sektöründe çalışanlar genellikle kazançlarını rüşvetle tamamlarlar. Örneğin, sürücü izninin yenilenmesi için rüşvet gereklidir. Bu genellikle başvuruyu alan, gerekli onayları ve imzaları almak için ajansın ofisinden geçen bir “yönetici” tarafından yapılır. Başvuru sahibi, kesinti yapan ve gerisini çalışanlara veren yöneticiye ödeme yapar. (Süreci kendi başına yapmakta ısrar ederse, başvuru her zaman eksik sayılır veya bir yönetici bulunana kadar ertelenir.) Benzer şekilde, genellikle polis olan yapı müfettişleri, izinleri vermeden önce açıkça rüşvet ister. Her müteahhittin karını arttırmak için kuralları çiğnediğini bilen müfettişin rüşvet ihlalinde prosedüre uyması beklenir. Bu tür rüşvetlere, tatlı bir muamele (hilwayni) diyoruz. Yasal sistem de rüşvete bulaşmıştır. Bir soruşturmanın başlatılması, bir hükümlünün serbest bırakılması, tüm bunlar rüşvetle düzenlenir. Daha düşük yolsuzluk biçimleri arasında, işlemler için küçük değişikliklerin iade edilmemesi geleneği, bunun yerine çalışanın cebe atması yer alır. Banka, süpermarket ve diğer mağazalar gibi. Yakın aile bağları göz önüne alındığında genellikle bu ödemeler geniş bir yandaş ağına gider.

Yolsuzluk mezhep sisteminde de kendisini gösteriyor. Örneğin Hizbullah, Şii toplumunun savunmasız üyelerinin çoğunu çok katmanlı krizin etkilerinden koruyor. Birkaç yıldır geleneksel bankaları ve finans kurumlarını atlayan paralel bir finansal sistem yürütüyor. Ülkeye getirdiği milyonlarca dolar sayesinde -her zaman nakit olarak- Hizbullah, ülkenin daha kötüye gitmemesi için ihtiyaç duyulan sabit parayı veriyor. Partinin ayrıca geniş bir okul ve klinik ağının yanı sıra yüksek öğrenim bursları sağlayan kuruluşları da var.

Nabih Berri tarafından yönetilen Amal Partisi ülkedeki ikinci Şii güçtür. Berri aynı zamanda Lübnan Parlementosu’nda sözcüdür. Amal Partisi 1990’lardan beri hükümet kurumlarından geniş çapta Şii destekçilerini istihdam etmektedir. Birçok aile için bu pratik, en düşük hayatta kalma standardının sağlanması için kritik önemdedir.

Walid Jumblatt liderliğindeki ana Dürzi partisi de aynı şekilde ihtiyacı olan ailelere yiyecek ve ısıtma yakıtı dağıtmak için büyük bir gönüllü ağı kurdu. Onun destekçilerinin kendilerine ait okul, hastane ağları vardır ve hemen hemen üniversiteye gitmek için bursa ihtiyaç duyan her Dürzi destekçisi Jumblatt ve zengin Dürzi girişimcileri tarafından kontrol edilen kuruluşlar aracılığı ile burs alabilir. Maruni Kilisesi de muazzam hazinesi ve bağlantılarıyla kendi topluluğu için aynı şeyi yapıyor. Aslında Sunniler, kendi ihtiyaçlarını destekleyecek bir lidere sahip olmayan tek topluluktur. Bunun birçok sebebi vardır: Saad Hariri’nin güçsüzlüğü, Lübnanlı Sünnileri cezalandıran Suudi Prens’in aldığı intikam amaçlı yaptırımlar, Ortadoğu’da Amerikan müdahalesinin korkunç ekonomik sonuçları ve daha fazlası. Yoksul Sünniler, özellikle Trablus’un içinde ve çevresinde olanlar, genellikle güvenlik birlikleriyle şiddetli çatışma yoluna gidiyor – bu, diğer mezhep gruplarıyla nadiren ortaya çıkan bir model.

Yarım milyon Lübnanlı finansal fırsatlar için yurt dışına taşındı ve ailelerine, akrabalarına yüklü miktarlarda para yolladı. 1990’lardan itibaran Lübnan’da yaşam böyle gelişti. 2000’lerde neredeyse yılda 6 milyar dolara ulaşan havaleler biraz azaldı, ancak yine de günde birkaç milyon olduğu tahmin ediliyor. Eğer yabancı bir pasaportu ya da geçerli bir vizesi varsa pek çok insan ülkeyi terk ediyor. Bunların arasında, Lübnanlı göçmenlerin ikinci veya üçüncü nesil torunları da dahil olmak üzere ikamet ettikleri ülkelerdeki zorluklardan kaçmak için son birkaç yılda Lübnan’a geri dönenler var. Lübnan kökenli pek çok Venezuelalı, acımasız Amerikan ambargosundan kurtulmak için Lübnan’a geri döndü – ancak kumarları işe yaramadı. Buna ek olarak, Lübnan’daki Suriyeli mülteciler için BM tarafından finanse edilen program, çok ihtiyaç duyulan parayı getiriyor; Dünya Bankası, Lübnan hükümetinin kamu sektörü maaşlarını ve bazı eğitim hizmetlerini finanse etmeye devam etme kabiliyetini artıran 246 milyon dolarlık bir krediyi onayladı; ve sayısız STK yardım dağıtmaya devam ediyor. Bu hayırseverlik planlarından nasıl yararlanılacağını bilmek, Shatara ve Harba’a’nın önemli bir yönüdür ve birçoğunun sefaletten geçici de olsa kaçmasını sağlar.

Lübnan’ın gelişmekte olan krizi, nedenlerinden ziyade yalnızca semptomlarını tedavi eden geçici çözümlerle giderilmeyecek. Lübnanlılar (birkaç istisna dışında) usturanın kenarında dans etmeye alışkındır ve bu, sevdikleri mezhep sistemlerini koruyabilecekleri anlamına geliyorsa ayaklarını incitmeye isteklidirler. Ancak kesin olan bir şey var: Yabancı güçler (daha önce birçok kez yaptıkları gibi) ülkeyi İran’la savaş gibi yeni bir bölgesel çatışmaya sürüklemeye karar verirse bu kalıcı olmayan çözümler geçerli olmayacak. Böyle bir durumda, “aşı” kültürü ile bir hesaplaşma uygun olabilir. Yurtdışından gelecek bir müdahalenin yokluğunda (ki bu durumu iyi de yapabilir, kötü de), mevcut durum yıllarca sürebilir. Lübnanlıların dediği gibi, Allah bizi kurtarana dek.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir