ODTÜ Kavaklık, Hasankeyf, Kazdağları: Doğa Katliamından Fazlası
Özelleştirmeler, yıkımlar, katliamlar, hafızasızlaştırma, ‘İnşaat ya Resulullah!’… AKP iktidarının 17 yıl boyunca belki de durmadan usanmadan sistemli politikalarla sermaye yararına hayata geçirdiği ‘projelerin’, göz göre göre gelen katliamların anahtar kelimeleri yukarıda yazılanlar.
Bir sabah uyandığımızda iktidar kuşkusuz Gregor Samsa misali dozere dönüşmemişti. Dünya kapitalizminin diliyle ‘küreselleşme’ diye adlandırılan aynı zamanda da kapitalizmin hegemonyasını ilan ettiği bir süreç olan neoliberal politikaların uygulamaya koyulmasıyla beraber eğitimin, sağlığın ve doğanın metalaştırılması birer devlet politikası haline geldi. Bu politikalar bazen ‘Kentsel Dönüşüm’ adı altında karşımıza çıktı, bazen TOKİ. Kentsel dönüşüm ve neoliberalizm arasındaki bağı ise Yüksek Mimar Mücella Yapıcı net olarak şöyle özetlemişti: “Tarif edilen yeni ekonomik ve sosyal politikaların temelinde, önceleri kapitalizmin ilgilenmediği kentsel mekânların tekrar metalaştırılıp krizin çözümlenmesinde yeni bir aşama olarak ele alınması yatıyordu. Kentsel mekânın, yani daha doğrusu kentin kendisinin de her şey gibi sömürü düzenine sunulmasıyla ilgilidir neo-liberalizm ve kentsel dönüşüm arasındaki bağ.”[1]
Son 17 yılda AKP iktidarının ‘kentleşme’ adı altında yaptığı ve esasında kent-kır ayrımını yok eden politikaların fikri altyapısı dünya kapitalizminin kentler üzerinde uygulamaya çalıştığı stratejiden farklı değildi. Bu stratejiyi çok kaba bir şekilde Coğrafya ve Antropoloji Profesörü David Harvey ünlü kitabı Asi Şehirler’de şöyle özetlemişti: “Kentleşme, kapitalizmin tarihi boyunca sermaye ve emek fazlasının soğrulmasını sağlayan kilit yöntemlerden biri olagelmiştir.”[2]
Haziran İsyanı’nın arifesinde Gezi Parkı’nda kıvılcımı oluşturan da Mücella Yapıcı’nın tarifine, kentin kendisinin metalaştırılarak sömürü düzenine sunulmasına, itirazın tam kendisiydi.
Bir devlet geleneği: Hafızasızlaştırma
Türkiye’de son 17 yılda AKP iktidarı ve ondan öncesinde devlet, yakıp yıktığı, yağmaladığı tarihsel mirasın, toplumsal belleğin mihenk taşları olan mekanları dönüştürmekten ve tarihiyle birlikte o mekanı anlamsızlaştırarak kendi atfettiği anlamı mimari yapılarla hayata geçirmekten geri durmadı. Sur’da, Cizre’de, Silopi’de gördüğümüz tam olarak buydu!
Sur’da Dört Ayaklı Minare’yi kurşunlayanlar, kurşunlayanlara Dört Ayaklı Minare önünde karşı duran Tahir Elçi’yi katledenler aynı organizasyondan. Sur’da, Cizre’de evleri, tarihsel mirasları yıkanlar yerlerine mimariden, estetikten uzak TOKİ konutlarını dikenler aynı fikriyatı paylaşanlar… Niyetleri, hedefleri ortak: Yeni, kendilerine özgü bir tarihi mekan üzerinden var etmek, var olan toplumsal belleği silmek, sermayeye yeni rant alanları açmak, hegemonyaları ve varlıklarını beton yığınlarıyla göstermek!
Adı bazen TOKİ, bazen kentsel dönüşüm olan siyasi akıl bugün de karşımızda. Bugün adları ODTÜ’de Kavaklık KYK Projesi, Batman’da Hasankeyf, Çanakkale’de Kazdağları!
Sur’dan, Cizre’den Hasankeyf’e
Hafızasızlaştırma ve kentin tarihinin altını oymak için Sur, Cizre ve Silopi’de gerçekleştirilen sözde yeniden inşa hamlesi bugün Hasankeyf’te yapılmaya çalışılıyor. UNESCO’nun dünya mirası listesine girmek için gerekli olan 10 kriterden 9’unu karşılayan tarihi kent Hasankeyf 10 bin yıllık geçmişiyle yok oluyor. Türkiye’nin en büyük 4. HES’inin inşa edilmek istendiği Hasankeyf’te Ilısu Barajı, AKP döneminin ‘gözbebeği’ olan iş cinayetleriyle tanınan Cengiz Holding ve Nurol ortaklığıyla yapılacak. Proje kapsamında 8 tarihi eserin taşınması, 30 köy, 49 mezranın yok olması, 20 bin insanın yerlerinden olması tahmin ediliyor. Koskoca bir tarih, on bin yıllık miras göz göre göre sermayeye AKP eliyle peşkeş çekiliyor! Sur’da Cizre’de yapılan ne ise Hasankeyf’te yapılmak istenen odur!
Kazdağları’da Hasankeyf’ten ayrı değil. Kırktan fazla endemik bitki ve hayvan türünü içerisinde barındıran Kazdağları’nda altın çıkarılmak için on binlerce ağaç katlediliyor. Bütün bunlar, planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar bütünü olan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) onayı olmadan yapılıyor.
Yapılmak istenen, yanlışta ısrar edilen bu uygulamalara karşı elbette bizlerinde bir sözü var:
DİRENİŞ!
ODTÜ’de yapılmak istenen KYK Yurdu’na karşı Kavaklık Direnişi’nde nasıl geri adım attırdıysak Hasankeyf’te, Kazdağları’nda da aynısını yapabiliriz!
9 yaşındaki bir çocuğun ‘Kazdağları’na zarar veriliyor’ sözüne tahammül edemeyip sözünü kesenlere karşı 1969’da Zap Suyu üzerine üniversitelilerce yapılan Devrimci Gençlik Köprüsü’nü kuranların yoldaşları olarak bir arada, inatla öfkeyle durmaktan çekinmeyeceğiz!
9 yaşındaki bir çocuğun sözlerine tahammül edemeyecek kadar haksızsınız!
Kazdağları’nın üstü ‘altın’dan değerlidir!
Hasankeyf yerinde güzel, su altında ya da başka yerde değil.
[1] https://emek.org.tr/mimar-mucella-yapici-ile-roportaj-sermayenin-krizi-ve-kentlerin-yagmalanmasi-taksim-dayanismasi-ve-gezi-halk-direnisi-degerlendirmeleri.html
[2] David Harvey, Asi Şehirler, Metis Yayınları, 2013, s. 88